Bir Meşrulaştırma Aracı Olarak Futbolun Türkiye'de Son 25 Yılı
Bizi Takip Edin Futbol ekonomisi facebookta futbol ekonomisi twitterde
x

Bir Meşrulaştırma Aracı Olarak Futbolun Türkiye'de Son 25 Yılı | Yazdır |  e-Posta
Genel - Ahmet TALİMCİLER
Ahmet Talimciler tarafından yazıldı.   
Perşembe, 25 Kasım 2010 15:53

 büyülü oyunun önemini çabuk kavrayan Özal hükümetleri tarafından yakın ilgi gösterilmiş ve futbolun geniş kitleler üzerindeki etkisinden yararlanılmaya çalışılmıştır.

 

         Askeri yönetim gençleri terör belasından uzaklaştırmak için futbolun çekiciliğinden yararlanmış, depolitizasyon sürecinin sağlanması için futbol ve futbol sahaları kullanılmıştır. Toplumu düzen ve intizam içinde tutma düşüncesi futbol sahalarına da sirayet etmiş ve stadyumları dolduran taraftarların nasıl davranmaları gerektiğinden, saha içindeki futbolcuların sakal-bıyıklarına kadar pek çok alanda etkili olmuştur. Dünyada eşine az rastlanacak bir kararla Ankaragücü’nün Evren’in talimatı ile birinci lige alınması da yine bu dönemde gerçekleşmiştir. 12 Eylülün Türk spor medyasına etkisi, haberlerin askeri bir dil, militarist bir söylem kullanılarak verilmesi biçiminde bugünde hala devam etmektedir.

 

Politika-futbol ilişkisi Özal hükümetleri döneminde en üst seviyelere çıkmıştır. Turgut Özal kendisinden önceki başbakan ve cumhurbaşkanlarının aksine halkın gözüne girebilmek için her türlü etkinliği kullanmaktan kaçınmamış bu uğurda maç seyretmek için Almanya’ya bile gitmiştir. Özal hükümetlerinin futbolu kendi siyasal amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmalarının ilk örneği o yıllarda ‘politik lig’ olarak adlandırılan üçüncü ligin kuruluşudur. 1987 yılında yasakların kaldırılması için yapılacak oylamada kendilerini desteklemeleri amacı ile maç sonuçları çerçevesinde ligden düşen bazı takımların tekrar lige alınmaları sağlanmış, bu durum 1.lige kadar ulaşınca ligler üç hafta kadar durdurulmuş ve Kocaelispor ile Bursaspor tekrar 1.lige alınmışlardır. 1980’li yıllar devletin her kademesindeki politikacıların futbol kulüplerine yoğun ilgi gösterdiği ve bizzat kendi seçim yörelerinin takımlarının her türlü sorunları ile ilgilendikleri yıllar olacaktır. Bu uygulama taşra ve küçük yerleşim birimlerinde etkisini daha çok hissettirmekle birlikte büyük kentlerde de sıklıkla görülmektedir. Futbol kulüpleri kendi yaşadıkları sorunları aşmanın yolu olarak bu siyaset adamlarına ihtiyaç duymakta, siyasetçiler ise futbol kulüpleri üzerinden hem tanınırlıklarını arttırmakta hem de bu desteklerini oylara tahvil etmektedirler. Bugün hala pek çok şehrimizde takımları başarısız olan vatandaşların ilk suçladıkları kesimlerden birisi o yörenin milletvekilleri-bakanları olmaktadır. Bu konuda belki de yıllardan beri en dertli il olan İzmir’de, vatandaşlar yıllardır seçmiş oldukları milletvekillerinin kendi kentlerinin takımları ile yeterince ilgilenmediklerini, onların haklarını gerektiğince koruyamadıklarını ileri sürmektedirler. İzmirli kulüp başkanları kendi saha ve seyircileri önünde oynadıkları müsabakalarda şeref tribününde konuk takımın belediye başkanı ve yardımcıları, vali ve yardımcısı, emniyet müdürü, cumhuriyet savcısı gibi pek çok mülkü amirin yer aldığını , buna karşın İzmir kentinin mülkü amirlerinin yanlarında yer almadıklarından  şikayetçiler. ( Diyarbakırspor-Altay maçında İzmir kulübüne yaşatılan travma etkisini uzun süre devam ettirmiştir.)

 

1980’li yıllar futbolun iktidar tarafından ön plana çıkartıldığı ve futbolun siyasetin boşalttığı alana ikame edilmeye başlandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde uygulanan neo-liberal politikaların geniş kitlelerle buluşmasında futboldan da yararlanılmış ve bu oyun üzerinden yaratılan gerçeklik kurgusu (medya-iktidar partisi-futbol otoritelerinin etkisi ile) aracılığıyla yeni ekonomik anlayışa uygun bir çerçevede örgütlenmesi sağlanmıştır. Futbolun bu aşamaya getirilmesinde Türkiye’nin Özal hükümetleri sonrasında tanıştığı tüketim toplumu anlayışı ve bu anlayışın değerlerini içeren politikaların uygulanması yatmaktadır. Futbolun metalaşması sürecinde profesyonelliğe yapılan vurgunun önemi, neo-liberal politikaların etkisi ile devletin yerini piyasalara bıraktığı bir ortamda Türkiye’deki diğer spor dallarında değil de neden futbolda özerkliğe 1988 yılında geçildiği daha iyi anlaşılabilir. (Bu yıllarda ‘Beyaz Gölge’ dizisi ile ülkemizde geniş kitlelerin ilgisini çekmeye başlayan ve daha sonra büyük atılımlar kaydeden Basketbolun özerk federasyon haline gelerek GSGM’den ayrılması 2005 yılı Ocak ayı içinde gerçekleşebilmiştir.)

 

Futbolun yeni bir misyon çerçevesinde örgütlenmesini ve bu şekilde toplumla buluşmasını sağlayacak olan güç medya olacaktır. 1980’lerin sonu 1990’lı yılların başlarında gerçekleşen özel televizyonların kurulması ile birlikte televizyonun egemenliği hızla artacaktır. Futbolun sosyal yapı ile kurmuş olduğu değerler transferinde medya çok önemli bir yer işgal etmektedir. Medya, evrensel standartlara uymayan ideolojik yaklaşımları normalleştirerek yeniden üretmekte ya da yeniden üretirken normalleştirmektedir. Bu açıdan medyanın kullanmış olduğu dil aracılığı ile varolan güç  ve iktidar ilişkileri sürdürülmektedir. Türk futbol medyasının kurumsallaşması ve üç büyükleri hedef alan yayınlar yapması yine bu dönemde ortaya çıkacaktır. Futbol artık sadece sahada oynanan bir oyun olma vasfını yitirmiş, 90 dakika sonrasında yeniden kurulan gerçeklikler aracılığı ile bambaşka bir kimliğe büründürülmüştür. Futbol uzmanı denilen otoritelerin bitmek tükenmek bilmeyen yorumları bütün televizyonlarda yer almakla kalmamış, bu dönemin kendine özgü yeni anlayışı ile futbol gazeteleri yayın hayatına başlamıştır. Futbol popüler kültürün en önemli parçalarından birisi haline gelmiş ve kendi dilini yaratmayı başarmıştır. Futbol alanında yayın yapan futbol gazeteleri, futbol sayfaları, futbol programları yapmış oldukları yayınlar aracılığı ile taraftarların tuttukları takımlarla ilgili zihinlerinde varolan şemaların gelişmesinde ve yeni şemaların oluşmasında etkili olmuşlardır.

Bu süreçte medya yaptığı yayınlar aracılığı ile spor=futbol, futbol=1.lig/süper lig, süper lig takımları=üç büyükler anlayışının yerleştirilmesinin zeminini yaratmıştır. ‘Başarıya tapınmanın, güçlüden yana olmanın, yenmenin yüceltildiği/kutsandığı buna karşın mağlubiyetin, ikinciliğin, mücadele etmenin yok sayıldığı bir anlayış futbol üzerine yapılan yorumlar ile topluma sunulmuştur. ‘Kazanmak için her yol mübahtır’ söylemine sık sık gönderme yapılırken ‘oyunun kuralları herkes için eşittir’ söylemi de unutulmamıştır. Bu söylemler aracılığı ile var olan toplumsal düzen ve ilişkilerin meşrulaştırıldığını, özellikle üç büyükler olarak adlandırılan kulüplerin diğer kulüplerle arasındaki farklılığın, büyüklüğün(abartılı taraftar sayıları, bu takımları tutan bakan, başbakan, cumhurbaşkanı, genel kurmay başkanı, kuvvet komutanlarının sık sık takımlarıyla ilgili yorum ve düşüncelerinin kamuoyuna yansıtılması, kazanılan lig şampiyonlukları, Avrupa kupalarındaki başarılar vs.), yöneticilerin iş bitiriciliği(futbol sahada kazanılmaz masada kazanılır, bunu da gerçekleştirecek olanlar iş bitirici yöneticilerdir) kitlelere medya aracılığı ile benimsetilmiştir. Medya ile birlikteliği öncesinde hayatımızda sıra dışı bir yan oluşturan futbol, bugün hayatlarımızın sıradanlaşmasını hızlandırmaktadır.

 

Kolay para kazanmanın ve harcamanın, kısa yoldan köşe dönmenin gerçekleştiği bu yıllarda, paranın egemenliğinde futbolun ve futbol kulüplerinin de yapısı değişmekte, bu alanda kendi gerçekliklerini yaratmak isteyen yeni bir kitle futbolun yönetimine talip olmaktadır. Sporun siyasal meşrulaştırma süreçleriyle ilişkisi anlamında ülkemizde özellikle 1980 sonrası yaşanan ekonomik ve toplumsal değişimler futbol ile birlikte gitmiş ve futbol kulüplerinin yönetiminde 80 sonrası zengin olmuş bir takım adamlar yer almaya başlamıştır. Bu kişiler futbolu sosyal bir statü simgesi olarak kullanmakta ve kulüp üzerinden güç ağları içerisine girerek dokunulmazlıklar, ayrıcalıklar elde etmek amacındadırlar. Mafyanın da futbol kulüpleri-futbol federasyonu-hakemler-antrenörler-futbolcular ile ilişkiye geçmesi ve futbolu kullanmaya başlaması da yine bu dönemin yarattığı bir sonuçtur. Hasbi ağa, Nurettin Güvenden Susurluk sanıklarının takım satın almalarına, futbol federasyonu seçimlerinde Alaattin Çakıcının etkisine, yine Çakıcının Beşiktaş kulübü ile kurduğu ilişkiye kadar mafya artık futbolun tam göbeğinde kendisine yer açmıştır. Futbol alanında etkisini hissettiren bir diğer kesim ise sayıları az olmakla birlikte reel ve sembolik güçleri fazla olan sanayici-iş adamlarıdır. Bu kişilerin yanı sıra son dönemde üst düzey medya mensuplarının da özellikle üç büyük kulübün yönetim kurullarında yer aldıkları görülmektedir.

 

Türkiye’de futbol her ne kadar 1988’den bu yana özerk olarak yönetilmekteyse de bugün hala stadyumların güvenliği,çimlendirilmesi,ışıklandırılması devlet tarafından yapılmakta, kira sözleşmeleri günün koşullarında komik değerler ifade etmektedir. Bir taraftan batılılaşma ve yeni değerleri kullanma: misyon-vizyon-profesyonelleşme-kurumlaşma-şirketleşme-borsaya açılma buna karşın uygulamanın plansızlık içermesi, vergilerin af edilmesi için hükümetlere yapılan ziyaretler sürdürülmektedir. “IMF’nin onca dayatmalarına rağmen 2004 yılında bile devletin futbola yönelik ‘kıyak’ları gözden kaçmamaktadır. 2003 yılında kulüplerin vergi borçlarında düzenlemeye giden Maliye, 2004 yılında da yeni bir kanun değişikliği ile kulüplerin ödeyemedikleri vergi borçlarını yeniden yapılandırmıştır. Spor kulüplerine, başka hiçbir ‘özel şirkete’ tanınmayan haklar tanınmakta, faizler son derece düşük tutulmakta, vergi borçlarından kaynaklanan hacizler kaldırılmakta, hatta ekmekten ‘KDV’ alınan bu ülkede, maç biletleri satışından KDV kaldırılmaktadır”(Arık, 166) Bütün bu kolaylıklara rağmen Türkiye’de futbol sahalarında ve futbol kulüplerinde trilyonlarca lira vergi kaçırılmaya devam edilmektedir. Tribünlerde yıllık kaybın miktarı tam olarak tespit edilememekle birlikte yaklaşık olarak 50 trilyon liralık bir vergi kaçağı söz konusudur. Kulüplerin VIP gelirlerinin ve  Kombine bilet  satışlarından elde ettiği gelirlerin ne kadar olduğu net olarak tespit edilememektedir. Büyük kulüpler stadyumlarını yenilemekte, tribün kapasitelerini yükseltmekte ve elektronik turnike sistemini uygulamaya koymaktadırlar ancak anlaşılmaz!! Bir biçimde bu turnikeler çalışmamakta, stadyum içine bazı kritik karşılaşmalarda, basılan bilet sayısından daha fazla taraftar girebilmektedir.

 

Futbol kulüplerinin devletle olan ilişkilerinin sağlanmasında olmazsa olmazlar olarak yönetimlerinde bulundurdukları bürokratlar(emekli paşalar-bakanlar-bakan çocukları-belediye başkanları) yönetimlerdeki Türkiye’de ekonomik sorunlarla boğuşan pek çok sektör, sesini devlet kademesinde duyuramazken, futbol kulüpleri yaşadıkları sorunları en üst seviyede dile getirebilmekte, medyanın da etkisi ile her daim gündemde kalmayı başarabilmektedir. Son olarak sorunlarını başbakana aktaran kulüpler birliğine göre; Türk futbolu başbakanın desteği ile yeniden yapılanacaktır. Federasyon başkanı Levent Bıçakçı: hazırlık aşamasındaki yasanın vergi, KDV, stopaj ve damga vergisi gibi konuları içerdiğini belirtti.(Vatan, 17-4-2005) etkinliklerini sürdürmektedirler.

 

Bu çalışmada Türkiye’de futbolun son yirmi beş yıl içerisinde geçirdiği aşamaları, ülkemizin bu süre içinde yaşadığı toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmeleri birlikte ele almak suretiyle futbol üzerinden oluşturulan gerçeklik kurgusunun nerelerden beslendiğini ortaya koymayı ve bir oyun olmanın ötesinde her şeyle ilişkilendirilen bir alan haline dönüştürülen futbolun, hangi meşrulaştırma süreçlerinin oluşmasına ve gerçekleşmesine katkıda bulunduğunu örnekleri ile tartışmayı amaçlamaktayız.

1)POLİTİK BİR MEŞRULAŞTIRMA ARACI OLARAK FUTBOL

 

           

Futbolun her türden yorumu kaldırabilen bir yapıya sahip olması, onun hem bölen hem de birleştiren bir spor dalı haline gelmesine yol açar/açmıştır. Bu açıdan futbol güç odaklarına geniş bir hareket serbestisi yaratmakta, kitlelerin hedefsizleştirilmesinde iktidarlarca kullanılabilmektedir. Toplumsal bir ortak payda olarak futbol, yaratmış olduğu kimlik ve aidiyet temelli yapı ile kitlelerin ilgisini ve öfkesini siyasal temelden uzaklaştırmaktadır. Dünyanın en popüler ve en çok izleyici kitlesine sahip oyunu olan futbolun toplumda var olan güç ilişkileri ve ideolojiden uzak kalabilmesi eşyanın doğasına aykırı bir durum olacaktır. Çünkü bir spor dalı olarak futbol gerek teknik gerekse de düşünsel bağlamıyla politika ile iç içedir. Sporu ve futbolu ideolojisi olmayan bir toplumsal oluşum ve etkinlik olarak göstermeye çalışmak, var olan güç ilişkilerini yeniden üretmek anlamına gelecektir. Futbol-İdeoloji ilişkisini ortaya koyabilmenin yolu toplumsal ve kültürel yaşantımızda yaşanan değişim ve dönüşümleri de dikkate almaktan geçecektir. “Bir aktivite ya da bir ilgi alanı olarak spor, toplumsal olarak inşa edilmiştir. Anlamı tanımlanır ve ona anlam yüklenir. Sporla ilgili olan değerleri bize taşıyan bu anlamlardır ve bu anlamlar bize kimlikler ve özdeşleşmeler sunarlar... Spor, kapsamlı ideolojik tanımlamaları salt pasif bir biçimde yansıtan bir şey değildir. O, aynı zamanda bu söz konusu imajların üretimine büyük ölçüde katkıda bulunan bir şeydir. Toplumdan bağımsız bir faaliyet alanı olarak, ve özellikle de doğal, fiziksel beceriler ve kapasitelerle ilgili bir alan gibi göründüğü için spor, bu ideolojik imajları sanki onlar doğalmış gibi sunar.”(Clarke&Clarke, 62)

 

Futbola popülerlik kazandıran bizim bu oyuna vermiş olduğumuz anlamın bizatihi kendisidir. Bu açıdan oyuna yeniden baktığımızda, futbol üzerinden bir gerçeklik kurgusunun, resminin oluşturulmaya çalışıldığını görebiliriz. Bunun yanı sıra mevcut olanın da manipüle edilmesi ve korunması gerçeği ile de karşılaşırız. Türkiye’de futbolun son yirmi beş yıl içinde geçirdiği dönüşümü bu açıdan yeniden incelediğimizde; futbolun 1980 askeri harekatı sonrasında kitleleri ‘depolitize etmek’ amacı ile kullanıldığını ve yerine getirdiği bu ideolojik işlev sayesinde futbol; geniş kitleleri eğlendirerek, meşgul ederek var olan toplumsal sorunlar üzerinde düşünmelerini engellemek sureti ile ülke içinde yaratılmaya çalışılan ‘huzur ve güven’ ortamının önemli bir bileşeni olmuştur.

 

Futbol, diğer spor dallarından hem daha yaygın hem daha simgesel bir toplumsal ifade kanalı açarak gelişebildiği için, yüklenmiş olduğu anlamlarda bu ölçüde diğer spor dallarına nazaran toplumsal yaşama yansıması daha fazla olmuştur. 1980 sonrası yaşanan depolitizasyon sürecinde futbol, özellikle geniş kitleler için yeni kimlik edinme alanlarından birisi haline ge(tiri)lecektir. 1980’li yıllar devletin kitle sporlarını geliştirmeye yönelik politikalarının rafa kaldırıldığı bunun yerine geniş kitleleri etkileme gücü yüksek olan futbolun ön plana çıkartıldığı yıllar olacaktır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından tüm toplumu düzen ve iltizam içerisine yerleştirme, gençleri terör belasından uzaklaştırma politikaları için  futboldan yararlanılacaktır. Bunun için bu yörelerde futbol sahalarının yapımının hızlandırılması ve yöre takımlarının desteklenmesi sağlanacaktır. 1983 hükümet programında hükümetin spor faaliyetlerine yönelik planları içinde yer alan ‘Spor tesislerinin sayısını arttırılması’ düşüncesinde başarılı olunmuş ve gerek yeşil saha gerekse de halı saha miktarları hızla artarak 1986 yılında 1556’ya ulaşmıştır.(Hürriyet, 6 Kasım 1986) Askeri yönetimin Türk futboluna armağanı 1.ligde kulübü olmayan Ankara’nın bir takımı olan Ankaragücünün bir oldu bitti ile yapılan düzenleme sonucunda 1.lige alınması olacaktı. 12 Eylülün futbol sahalarına ilk yansıması olan bu uygulama sonrasında dönemin futbol federasyonunun da bir hayli önemli! Kararlar almıştır: Bunlar içinde hiç unutulmayacak olanı ise; ‘Yabancı futbolcu transferini serbest bırakan ancak Türk asıllı yabancılar gelebilir’ kararıdır.

 

            “1980’lerde devletin spor politikalarını biçimlendiren yaklaşım popülist ve faydacıdır. Bu bağlamda spor daha çok geniş kitleleri etkileme gücüne sahip popüler bir olgu olarak kavramsallaştırılır. Böylece kitle sporlarını geliştirme projesi yerini popüler görsel ya da izleyici sporlarını geliştirme projesine bırakır. Bu yeni yaklaşım, Özal hükümetinin spor politikalarının ve futbol ile ilişkisinin temelini oluşturur”(Yarar, 47) Türk futbolunun bu yıllarda iktidar tarafından kullanılması ve o güne kadar hiçbir iktidarın uygulamaya cesaret dahi edemediği politikalar 1983 seçimleri sonrasında oluşturulan Özal hükümetleri ile hayata geçirilecekti. Özal’ın dört eğilimi birleştiren partisi ve onun icraatları Türk futbol tarihinde 1980’ler ve sonrasına damgasını vuracaktır. Futbolun kitleler için ne denli önemli bir alan olduğunun bilincinde olan Turgut Özal, uzun yıllar boyunca formalite olarak görülen ve başbakan ile Cumhurbaşkanlarının kendileri adına düzenlenen kupaları vermeye dahi gitmedikleri, formaliteye dönüşen bir uygulamayı, kendisinin her an halkın içinde olduğunu göstermek amacı ile kullanmayı bilmiş ve daha da ileriye giderek yurt dışında dahi takımlarımızı desteklemeye gitmek sureti ile futbol-siyasal iktidar ilişkisinin boyutlarının genişlemesini sağlamıştır. Onun ardından gelen Çiller-Yılmaz-Bahçeli-Gül-Erdoğan gibi başbakan ve başbakan yardımcıları ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve hatta genel kurmay başkanı Özkök paşa da tuttukları takımların maçlarında ve önemli diğer karşılaşmalarda tribünlerde yerlerini alacaklardır.

 

12 Eylül yönetiminin futbolun yaygınlaştırılmasını amaçlayan uygulamalarını kaldığı yerden sürdürmeyi görev edinen ANAP, her alandaki ‘iş bitirici’ anlayışını burada da sürdürmüş ve o yıllarda ‘politik lig’ olarak adlandırılan 3.ligin kurulmasına karar vermiş ve kararını gerekli alt yapıyı oluşturmadan uygulamaya koymuştur.  İstisnasız her kentin, büyük ilçelerin takımlarının bu ligde mücadele etmesinin sağlanması ile “herkes futbol sevdasına dalacak, kafalar başka hiçbir şey için yorulmayacaktır”(Kozanoğlu,169). Bu dönemde özellikle Güneydoğu illerindeki gençlerin ‘yıkıcı-bölücü’ faaliyetlerden uzaklaştırılması için bu yörelerdeki emniyet müdürleri; yöre takımlarının kurulmasının sağlanması için iktidardan destek isteyecekler ve bu destek sadece bu dönemde değil daha sonraki yıllarda da katlanarak verilmeye devam edecektir. Futbola adeta toplumumuzu bir arada tutan tutkal işlevi yüklenmiş ve devlet gençleri ‘futbol’ kanalıyla kazanmaya çalışmıştır. Bunun sağlanabilmesi için de olağanüstü hal valileri, emniyet müdürleri devreye sokulmuş, terörün açtığı yaralar futbol ile sarılabilmesi için devletin her türlü olanağı seferber edilmişti.

 

 Tansu Çillerin başbakanlığı döneminde Cizrespor yöneticileri başbakana gençlerin dağa çıkmasını engellemek için kulüplerinin küme düşmesinin engellenmesi gerektiğini bir mektupla anlatmışlar ve gereken yerine getirilmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin takımlarının 1.ligde yer almamasından kaynaklanan hassasiyet ile bu yöre takımları devletin en üst mercilerince desteklenilmiş ve bu şekilde ilk önce Vansporun birinci lige çıkması gerçekleşmiştir. Vansporun birinci lige çıkarılmasında büyük emeği bulunan dönemin Van valisi Mahmut Yılbaş, ki adı daha sonra Van şehir stadyumuna verilecektir, şu açıklamayı yapacaktır: ‘Bu zaferle ülke ve dünyada kuru bir kimlik peşinde koşmanın ne kadar hayal olduğunu ispat ettiniz. Terörü unutturup halkı birlik ve beraberliğe sevk ettiniz. Size ne kadar teşekkür etsek azdır. Ne kadar öğünseniz hakkınızdır. Sizler birlik ve beraberliğin sancağını Van’a diktiniz.’ Vanspor örneği sonrasında Güneydoğu Anadolu Bölgesinin bir takımının 1.ligde yer alması için adeta ulusal bir seferberlik gerçekleştirilmiş ve dönemin Diyarbakır emniyet müdürü Gaffar Okan’ın büyük desteğini alan Diyarbakırsporun, emniyet müdürünün ölümünün ardından gördüğü ilgi ve destek daha da artmıştır. Bu kulübümüzün birinci lige çıkması sürecinde özellikle Altay ile oynanan karşılaşmada yaşananlar ve ardından Diyarbakırsporun son hafta Büyükşehir Belediye ile oynadığı ve son dakikalarında rakibin yenik oynamasına karşın orta sahayı geçmediği karşılaşma Türk futbol tarihinde kara bir leke olarak yer alacaktır. Diyarbakırspor-Altay karşılaşmasının TRT tarafından naklen yayınlanmaması ile başlayan ve Altay’lı futbolcuların ve İzmir’den giden gazetecilerin başına gelen insanlık dışı uygulamalar görmezden gelinmiş ve karşılaşma Diyarbakırsporun galibiyeti ile sonuçlanmıştır.

 

                        1990’lı yıllarda ülkemiz içinde yükselen terör olaylarının milliyetçilik alanındaki etkileri futbol sahalarına da yansımış ve İstiklal marşının her müsabaka öncesi okunmasından(bu uygulama halen devam etmekte, bu uygulamanın  kaldırılmasına yönelik talepler geldiğinde milliyetçiliği kendi tirajı için kullanmaya çalışan bir futbol gazetesi ‘İstiklal Marşımızı Engelleyemezsiniz’ biçiminde yayınlar yapmayı sürdürmektedir.) stadyumlarda üç hilalli bayrakların, bozkurt işaretlerinin görülmesinden, ‘Ya Allah Bismillah Allahu Ekber’ sloganlarından, PKK ve onun liderine yönelik cinsellik yüklü sloganlar da yine bu dönemde atılır olmuştur. Futbol sahalarında yaşanan bu süreç ülkemizdeki şehit güvenlik güçlerinin cenazelerinin sayısının artması ile doğrudan bağlantılı olarak ivme kazanmış hatta bu dönemde medyada kullandığı başlıklarla milliyetçiliği kışkırtacak bir ortamı ateşlemiştir. Futbolcuların ağzından galibiyetin ‘şehit analarına armağan edildiği’, ‘şehitliklerde dua ederken’ fotoğraflarının yayınlandığı bu dönemin etkisi Öcalan’ın yakalanıp yurda getirilmesi ile azalacaktır.

 

 

2003 genel seçimleri öncesinde Göztepe kulübü başkanı İskender Tuğsuz’un AKP’den Konak belediye başkan adayı olması sonrasında, Göztepe kulübünün uzun yıllardır amigoluğunu yürüten ‘Başbakan İsmail’ kendi kulüp başkanına yönelik tepkisini ve Ahmet Priştina’ya yönelik desteğini yaptırdığı pankartlarla(‘Türkiye Laiktir Laik Kalacak-İnadına Priştina’)  göstermek isteyince Göztepe karşılaşmalarında taraftarlarla-polisler arasında sıkıntılı anlar yaşanmıştır. Göztepe başkanının adaylığı diğer kulüp taraftarlarına da ‘laikliğe’ daha çok vurgu yapacak sloganları tribünlerde kullanma olanağı yaratmıştır. Özellikle Karşıyaka-Göztepe mücadelelerinde ‘Yobaz Göztepe’ sloganı sıkça kullanılmıştır.2005 yılı nevruz kutlamaları sırasında Mersin’de yaşanan bayrak yakma krizi sonrasında tüm yurtta yayılan milliyetçi tepkiler futbol sahalarına da sirayet etmiş ve milli takımın Arnavutluk dünya kupası eleme maçı öncesinde bayrakla objektiflere poz vermesinin ardından, maç günü tüm stadyum bayraklarla süslenmiş, gazeteler ‘bu bayrak inmez’ başlıkları ile tepkilerini okuyucularına duyurmuşlardır!. Lig karşılaşmalarında da benzer tepkiler devam etmiş ve Öcalan’ın yeniden yargılanması yönelik ifadelerin ardından ‘Karşıyaka’ tribünlerinden Öcalan’a yönelik küfürlerin maçın gözlemcisinin raporuna aktarması ile teklif edilen ceza kararı, son anda federasyon tarafından önlenmiş ancak ‘Karşıyakalı’ taraftarların bir sonraki maçtaki federasyona ve Öcalan’a yönelik tepkisi, içine bir takım ‘bozkurt işaretleri ve üç hilalli bayrakların da dahil olduğu gruplar’ tarafından sürdürülmüştür. İzmir’de yaşanan ve medya kanalı ile tüm yurda yayılan bu gelişmeler sonrasında başka stadyumlarda da benzer görüntüler yaşanmıştır. 

 

            Türkiye’de futbol Batıya/Avrupa’ya karşı kendi içine döndüğü 1980’lerin ortasına kadar  kendi içimizde oynadığımız , sınırların dışına çıktığımızda ise şerefli yenilgilerle döndüğümüz bir yapıyı, batıya hayranlığı/öykünmeyi temsil eden bir alandı.  “Spor, ilgi ve destek ‘cemaatleri’ oluşturmak sureti ile tikel yerel kimliklere sembolik bir değer kazandırır. Bu durum muhtemelen en fazla biçimde profesyonel futbol da göze çarpar...Yerel ve bölgesel kimliklerden başka toplumsal bakımdan en fazla göze çarpan özdeşleşme bir kültürel sembol olarak spor yoluyla inşa edilir ve sürdürülür. Bu spor ve milliyetçilik arasındaki bağlantıdır...Spor, ulusun ‘biz’ olarak inşa edilmesine olanak sağlayan bir formdur. Bu öyle bir formdur ki ulus biz olarak kurulduktan sonra artık önemsiz meselelerin konuşulmasına gerek kalmaz.”(Clarke&Clarke, 64-65) Özal’ın Avrupa ile kurduğu bağlantıdan futbol da nasibini almış, sahaların çimlenmesi, alt yapı yatırımlarının gündeme gelmesi, futbola özel fon ayrılması gibi. Futbolda Avrupa kulüplerine karşı elde edilecek olan başarıların kendi icraatlarının da başarısı olarak gören Özal, bu alana özel bir önem atfetmiştir ve başarılarda 80’li yılların sonlarında kendisini göstermeye başlamıştır. 1980’ler siyasi erkin futbola en çok müdahil olduğu fakat aynı zamanda en fazla alt yapı hamlesinin de gerçekleştirildiği yıllar olacaktır.

 

 Avrupa topluluğuna kabul edilmeyen Türkiye, Galatasaray’ın elde ettiği başarılı sonuçlar ile ‘Avrupalı’ olmuştur. Galatasaray’ın Neutchatel Xamax’ı İstanbul’da 5-0 yenip elemesi ve daha sonra UEFA tarafından yenik ilan edilmesi ile yaşanan süreçte tam bir milli seferberlik ilan edilmiş, dönemin hükümeti bu olayla bizzat ilgilenmiş ve UEFA komisyonunda yer alan üyeler ve ülkeleri ile bire bir temasa geçilmiştir. Galatasaray’ın dönemin şampiyon kulüpler kupasında elde ettiği başarıların ardından her yıl Avrupa kupalarında elde edilmeye başlayan başarılı sonuçlar beraberinde batıya karşı duyulan hayranlık ve öykünmenin yerini revanş almaya bırakmayı getirecektir. ‘Avrupa Avrupa Duy Sesimizi’ sloganları futbol sahalarında daha fazla söylenir hale bu yeni dönemde Türkiye’de futbol medyanın da etkisi ile daha dışa dönük bir etkinin simgesi haline gelecektir. Elde edilen başarılı sonuçlarla Türk insanının büyük düşünmesi gerektiği fikrine yapılan vurgunun artmasının yanı sıra ‘biz her şeyin üstesinden gelebilecek bir milletiz’ düşüncesi medyada sık sık yer alacaktır. Bu dönemi simgeleyecek olan sözlerden birisi hiç kuşkusuz  maçlara %51’le başlıyoruz olacaktır. 1996 yılında Avrupa şampiyonasına katılma ile başlayan yeni dönem Galatasaray’ın 2000 yılında UEFA kupasını ve Süper Kupayı alması ile yükselişe geçecek ve  2002 dünya üçüncülüğünün kazanılmasına kadar sürecektir.

 

            ANAP hükümetinin 3.ligin kurulmasının ardından Türk futbol tarihindeki bir diğer önemli icraatı küme düşen bazı takımların tekrar aynı ligde mücadele etmelerinin sağlanması olacaktır.  Bu uygulamanın hayata geçirilmesinde kendi yörelerinin takımları için canla başla mücadele eden milletvekilleri, bakanlar hatta meclis başkanlarının büyük etkisi olacaktır. ANAP hükümetinin  uygulamaya koyduğu popülist politikalar futbol alanında da etkisini göstermekte gecikmeyecektir. Bu yıllarda klientelist ilişkiler çerçevesinde şekillenen Türk futbolu, bu dönemin yaralarını hala üzerinden atamamıştır. Kayırmacılık sisteminin egemen olduğu anlayışın Türk futboluna yerleşmesi sonucunda futbol kulüpleri kendi çıkarlarını koruyabilmek amacıyla kendi yörelerinin etkili, tanınmış simalarını, politik kişiliklerini yönetim kurullarına dahil etmişler ya da milletvekilleri, bakanlar aracılığı ile kulüplerinin çıkarlarını koruma yoluna gitmişlerdir. Himayeciliğin, adam kayırmacılığın geliştiği bu dönemde ‘güçlü olanın haklı olduğu anlayışı’ zihinlerde yer tutmaya başlamış ve iş bitirici yönetici modeli bu dönemin vazgeçilmez portresi haline gelmiştir.

 

            ANAP’la başlayan siyasilerin futbola aşırı ilgileri, daha sonraki dönemlerde etkisini göstermeye devam etmiş, futbol sahaları siyasal hesaplaşmaların, oy kavgalarının yeni adresi haline dönüşmüştür.  Özellikle 1.lige yükselme mücadelelerinin yaşandığı play-off karşılaşmalarında daha sonraki dönemde kurulan 2.lig A kategorisinde takımların fiziksel güçleri kadar politik yaptırım güçleri de ön plana çıkarılmış ve başbakan yardımcılarının, meclis başkanının kendi kentlerinin takımları lehine kulis faaliyetlerde bulundukları alenen söylenir olmuştur. “Kentlerin belediye başkan ve valilerinin futbol kulüplerini desteklemeleri, çoğu zaman da kulüp başkanlığını üstlenmeleri spor-iktidar ilişkisini mikro-düzeyde gösteren önemli bir örnektir...Yeniden seçilmek ve yöreyle barışık kalmak isteyen siyasiler, çoğu zaman spor alanında aktif görev almakta ve bazen de sportmenlik dışı tekliflerle-ligde düşmenin kaldırılması vb.-futbolu politikayla buluşturmaktadırlar.”(Arık, 166) Siyasilerin futbol kulüplerine sağlamış oldukları kaynaklar ve bu kaynakların hukuki prosedür içerisindeki yerinin ne olduğu da çok tartışmalı bir sorun olarak çözülmeyi beklemektedir. (İzmir’de tüm spor kulüplerine yardımlarını esirgemeyen Ahmet Priştina, üçüncü lige terfi mücadelesi veren Altınordu takımı için Trabzon’da oynanan final müsabakalarına İzmir’deki diğer kulüp yöneticilerini ve belediye başkanlarını da götürmek sureti ile kendi döneminde spor kulüpleri ile büyükşehir belediyesi arasında yeni bir dönemin başlamasını sağlamıştır. Onun ölümü sonrasında ihtiyaçlarının ve beklentilerinin karşılanmasına alışan İzmir kulüpleri, yeni belediye başkanından yeterince destek bulamadıklarını düzenledikleri basın toplantıları ile duyurmuşlardır. İzmir Gücü Spor Vakfı başkanı Levent Ürkmez’e göre: Merhum Priştina, 4 yılda kulüplere 4.5 trilyon katkı sağlamıştır. Yeni başkan Aziz Kocaoğlu ise 300 milyar yardımda bulunmuştur.(Milliyet Ege,26-2-2005) Türkiye liglerinde üç büyük kentin dışında kalan futbol kulüplerinin önemli bir kısmının Kamu İktisadi Kurum ve kuruluşları, belediyeler ve özel girişimciler tarafından yönetilmektedir. İkinci ve Üçüncü liglerde ekonomik sıkıntı çeken takımların hayatta kalma savaşlarında belediyelerin büyük katkısı olmaktadır. 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren belediye başkanlarının profesyonel spor kulüplerinin başkanlığını yapamayacakları yönündeki yasa tasarısının da, belediyelerin spor kulüpleri üzerindeki ağırlığını ortadan kaldırmadığı, kulüp başkanlığı yapan birtakım belediye başkanlarının ‘gölge başkan’ olarak faaliyetlerini sürdürdüğünün en açık göstergesi, kendilerine mikrofon uzatıldığında takımları ile ilgili proje ve isteklerini anlatmaya devam etmeleridir. (Ankara Büyükşehir Belediyesinin  Ankaragücü’nü beş golle geçmesinin ardından verilen demeçlerde Ankaragücü başkanı Cemal Aydın, ‘Transfer paralarının nereden geldiğini merak ettiğimiz zaman Gökçek hemen tepki veriyor. Konumu itibariyle kamu görevi yapıyor.’(Fanatik, 20-4-20005) açıklamaları ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Melih Gökçek’i hedef almıştır. Gökçek’in bu suçlamalara yanıtı gecikmemiştir: ‘Ankaragücü’nün düşmesini kimse temenni etmez. Herkes haddini bilsin, sözünü tartarak konuşsun. Şike yapıp yenilse miydik?’)(Fanatik, 21-4-2005)  Liglerimizde yer alan büyükşehir belediye ve belediye takımları şunlardır. Süper Ligde mücadele eden Ankara Büyükşehir belediye spor, İkinci lig A kategorisinde İstanbul büyükşehir belediyesi, B kategorisinde mücadele eden; Güngören belediyesi, Gaziantep büyükşehir belediyesi, Şanlıurfa belediyesi, Üçüncü ligde mücadele eden; Mersin büyükşehir belediyesi, Batman belediyesi, Kilis belediyesi, Kızılcıhamam belediyesi, Aliağa belediyesi, Akhisar belediyespor, Denizli belediyesi.  

 

Futboldaki rantın çoğalmasının yanı sıra futbolun medya aracılığı ile yaratmış olduğu çekim gücünün yüksekliği, futbolun en üst yönetim kurumu olan futbol federasyonu ve onun başkanlığı için yaşanan iktidar savaşlarının akıl almaz boyutlara ulaşmasına ve bu savaşın içerisine mafyatik gruplardan bizzat hükümet temsilcilerine kadar pek çok kesimin dahil olması ile sonuçlanmıştır. Bunun en son örneği geçen yıl yapılan federasyon seçimlerinde başkan Haluk Ulusoy’un son anda adaylıktan çek(tir)ilmesidir. 

 

 

2)EKONOMİK VE MEDYATİK MEŞRULAŞTIRMA SÜREÇLERİ AÇISINDAN FUTBOL

           

Futbolun 1980’li yıllarda ön plana geçmesinde dünyada yaşanan ekonomik gelişmelerin ve bu gelişmeleri sağlayan ideolojik yapı ile futbol arasındaki birlikteliğin son derece önemli bir yeri bulunmaktadır. 1980’lerde tüm dünyada yaşanan liberal dalga futbolu da etkilemiş ve futbolun metalaşma sürecinin hızlanmasına neden olmuştur. Kültürel olanın ekonomik olandan ayrı tutulamadığı bu yeni dönemde kültür sanayileri(kitle iletişim araçları, turizm, boş zaman faaliyetleri, spor) ekonomi açısından vazgeçilmez faaliyetler haline dönüşmüşlerdir. Tüketim ideolojisi ve yaşam tarzının kitlelere benimsetilmesinde kitleleri etkileme gücü hayli yüksek olan futboldan yararlanılmıştır.

 

Sporun –kitle iletişim araçları ile birlikte yaşadığı dönüşümün daha iyi anlaşılabilmesi için son 20 yıla damgasını vuran değişimin ortaya çıkış nedenlerine ve dünyadaki etkilerine kısaca değinmek gerekmektedir. Bu yeni dönemde devletin piyasaya müdahalesini öngören ulusal kalkınma planları-politikaları ile ulusal düzeydeki rekabetin yerini serbest piyasa ekonomisi ve uluslar arası rekabet almıştır. Neo Liberalizm ve serbest Pazar kriterlerinin(rekabet, üreticilik, serbest değişim, verimlilik) geçerli olduğu bir ekonomi politikası anlayışı tüm dünyada uygulanmaya başlanmıştır. Üretim anlayışındaki bu değişim toplumsal ve kültürel alanda da kendisini gösterecektir. Kapitalizmin dönüşmesine ve dünyanın giderek tek bir Pazar haline getirilmesine yol açan bu yeni süreç Küreselleşme olarak nitelendirilmektedir. Küresel kültürü ortaya çıkaran çok çeşitli toplumsal ve kültürel gelişmelerin içerisinde Olimpiyat Oyunları, futbolda dünya kupası ve uluslar arası tenis turnuvaları gibi dünya çapındaki spor dallarının gelişmesi de yer almaktadır.

 

Küreselleşme, toplumsal bir gerçeklik olarak  yaşadığımız dünyanın son yıllarda geçirdiği değişim ve dönüşümü simgeleyen bir kavram haline gelmiştir. Küreselleşme süreçlerine atıfta bulunmadan siyasi, ekonomik ve toplumsal süreçlerdeki değişim ve dönüşümü anlamlandırabilmek olanaksız hale dönüşmüştür. Bu yeni dönemde devletin piyasaya müdahalesini öngören ulusal kalkınma planları ve politikalarının yerini serbest piyasa ekonomisi almış ve ulusal düzeydeki rekabet yerini uluslar arası rekabete bırakmıştır. Ulus devletlerin etkisi ve işlevleri azalırken, uluslar arası şirket ve sermayenin etkisi artmaktadır. Bu süreçte; teknolojik gelişmeler işsizliğin artmasına ve ücretlerin düşmesine neden olurken, gelir dağılımındaki dengesizlik de giderek artmıştır.  Küreselleşme süreci dünyayı tek bir yer olarak kavrayan yeni bir anlayışın şekillenmesini sağlamanın yanı sıra ulus devlet ve onun yurttaşına yönelik bağların gevşemesine de neden olmaktadır. Küreselleşme sürecinde bireysel kimlikler ve farklılıklar ön plana geçirilirken, tüketim ve tüketimi sağlayacak olan düzenekler  büyük önem kazanmakta ve hayatın her alanı  ‘metalaştırılmakta’dır.

Yeni dünya düzeninin ekonomik ve kültürel politikalarının kitlelere benimsetilmesinde kullanılan en önemli araç  kitle iletişim araçlarıdır. Kitle iletişim araçları küresel bir kültürün mitolojilerini üretmekte ve dolaşıma sokmaktadırlar. “Modern toplumlarda televizyon, serbest zaman etkinliklerini de, neredeyse bütünüyle, tekeline almış ve bu ‘değerli’ zaman dilimi üzerine damgasını vurmuştur...Toplum, televizyonlarda yer alan ‘estetize edilmiş’ eğlenme biçimleri, haber, drama, mizah, müzik, spor, vs. yolu ile, kendini rahatlatırken, farkında olmadan iktidar değerlerini yeniden üretmektedir.”(Arık, 61-62)Bireysel kimlikler medyada inşa edilmekte, medya tüketim ilişkilerini belirleyen en temel yaratıcı haline gelmektedir. Tüketim kitleler üzerinde kültürel bir bağımlılık yaratırken, toplumun her alanında tüketim mekanizmalarının yerleştirilmesine ve tüketim endüstrisi için en önemli kaynak olan boş zaman sürecinin satın alınarak pazarlanmasına başlanılmaktadır. Boş zaman süresindeki artış ile birlikte spor tüketimi ve görüntüleri de artmakta, sportif aktivitelere olan ilgi de büyümektedir. Futbol, tüketim endüstrisinin ihtiyaç duyduğu müşteri kitlesine hitap etme yeteneği en yüksek olan spor dalıdır. Bu özelliği nedeni ile oluşan futbol endüstrisi, televizyonun yarattığı yeni imkanlarla birlikte tümüyle küreselleşmiştir. Futbol yeni ekonomi politikalarının etkisi ile show business’ın bir dalı haline getirilmiştir. Futbolun toplumsal statüsündeki bu değişmeler profesyonelleşme ve medyatik pazarlamanın etkisiyle yaratılan ticarileşme süreçleriyle birlikte futbolun daha geniş kitlelere hitap etmesini sağlamıştır.

 

Popüler kültür içinde önemli bir yer işgal eden futbolun yaratmış olduğu kültürel metanın televizyona göre paketlenerek ticari yenilikler çerçevesinde sunulmasının önemli ideolojik sonuçları da bulunmaktadır. Sportif olayın medya tarafından kitlelere aktarılması sırasında başka bir dünyadan haber veriliyormuş gibi bir üsluba başvurulmaktadır. Spor ve politika arasında hiçbir ilişki yoktur anlayışının altının çizilmesi aslında kitle iletişim araçları vasıtasıyla sporun ne denli önemli bir ideolojik işlevi yerine getirdiğinin göstergesidir. Haberler, toplumsal söylem alanına nüfuz eden tüm bilgilerin yansıdığı bir yüzey işlevini görmektedir. Bu açıdan, diğer tüm toplumsal söylem üretimleri de haber mekanizmasına dahil olmaktadırlar. Futbol ve futbolun dilini yansıtan futbol haberleri bu açıdan yeniden incelendiğinde, söylemin önemli ölçüde dolaşıma girdiği ve toplumsal hayatın en uç noktalarına kadar ulaştığı bir iktidar mekanizmasının işlemekte olduğu, geniş ve yaygın bir alan ile karşılaşırız. “Dil ve söylem, toplumdaki güç/iktidar ilişkilerinin dayandığı cinsel, etnik, dinsel farklılıkların yansıdığı bir mücadele alanıdır. Haberde anlatıcının dili, farklı belirlenimler içinde oluşan güç/iktidar ilişkilerinin söylem içinde eklemlendiği momentleri yansıtır”(İnal, 119). İletişimin temel taşıyıcısı olan dil, hem toplumsal kurum hem de bir değerler dizgesidir. Dil sözcüklerden ve bu sözcüklerin belli dil bilgisi, kurallarına uygun olarak dizilmelerinden oluşur. Bu doğrultuda bir sözcük bir bakıma kastettiği şeyin yerine geçen bir göstergedir. ‘Eleyeceksiniz Çünkü TürksünüzHaydi Türkün Gücünü Gösterin’ şeklindeki başlıkların kullanılması, milliyetçi söylemlerin futbol aracılığı ile yeniden kurgulanmasını sağlar.

 

 Futbol alanında zihinsel anlam haritalarımızın oluşturulmasında gazetelerdeki futbol sayfaları, televizyonlardaki futbol programları ve futbol gazeteleri aracı bir rol oynamaktadır. Bu yayın organları yaptıkları yayınlarla taraftarı olunan takımla ilgili zihinlerde varolan şemaların gelişmesinde ve yeni şemaların oluşmasında rol oynarken, medyanın ikili karşıtlıklar üzerine kurulu olan dili içinde bizim takım ve rakip takım imgesini kurgular ve farklılıkları keskinleştirmek suretiyle gerilimin artmasını sağlarlar. Özellikle üç büyüklerin maçları öncesinde ve sonrasında yapılan yayınlarda kullanılan abartılı dil, oynanacak olan ‘oyun’u, ‘oyun’luktan çıkarmak suretiyle fanatizmin yükselmesini teşvik etmektedir. Futbolun söylemini üretenler, varolan futbol iktidarının sürdürülmesine katkıda bulunmaktadırlar. Türk futbol medyasının söylemi, onu yaratan ve yaşatan üç büyükler üzerine kurulmuştur. Bunun için Türkiye’de futbol sahalarında yaşanan ve medyada yer alanların gayet iyi bildikleri şike, teşvik primi, maç satma, oyuncu satın alma, federasyonun almış olduğu kararlar vb. gibi konular, sanki yeni duyuluyormuş gibi değerlendirilmekte, olan bitenler birkaç garibanın üzerine yıkılmakta ve Türk futbolu temizliğini! Korumaya devam etmektedir.

 

Umberto Eco, günümüzde sporun ‘bir söylem olarak başkalarının sporunu izleme hakkında bir söylem üzerine bir söylem olan ‘spor basını tartışması’ndan ibaret olduğu görüşündedir.  Ona göre; “taraftarın konuşan bir özne olarak ne oyunun oynandığı spor etkinliği alanına, ne de onun güç koridorlarına müdahale etmesine dair bir olanak söz konusudur. Spor gevezeliği, konuşmacının yorumcu-artı-soruşturmacı rolünü oynarken sergilediği taraflı tarafsızlıktan hareketle sorumluluktan muaf olmayı gündeme getirir...Spor gevezeliği siyasal tartışmayı en iyi ikame eden şeydir...Futbol göstergesi, kendi medya makinesini ve ona duyulan gereksinimi yaratır”(Trıfonas, 61-68) Futbolda yaratılan bu söylem biçimi ile ‘bir takım uzman yorumcular’ Cuma, Cumartesi, Pazar, Pazartesi geceleri ekranları kaplamakta ve çoğunlukla da kendi tutmuş oldukları takımlar üzerinden yapmış oldukları ‘taraflı!’ yorumlarla, oynanan oyundan çok kendi istedikleri oyunu ve beklentilerini aktarmaktadırlar. Bu öylesine etkili bir dildir ki, görünene hiç benzemeyen olayların yeni bir gerçeklik içinde aktarılmasını ve geniş taraftar kitlesinin de bu ‘yapılandırılmış gerçeklik’ olan ideolojiyi, ‘gerçek!’ olarak algılamaları ile sonuçlanmakta ve ideolojik aktarım başarı ile tamamlanmış olmaktadır. Bu mekanizma bir kez kurulduktan sonra spor gevezeliği, siyasal tartışmanın, yaşanan sorunların ve hatta hayatın önüne, ötesine geçebilmektedir. Bunun içindir ki, Türkiye’de futbol yazarları içerisinde bütün takım taraftarlarının üzerinde anlaşabilecekleri bir yazar-yorumcu bulunmamaktadır. Bu yorumcular yaptıkları yorumlarda, Türkiye’nin oynadığı rakipler ile aralarındaki farklılığı anlatabilmek için zaman zaman ‘köy takımı, sıradan takım, hiçbir iddiası olmayan takım’ gibi aşağılayıcı ifadeler kullanabilmektedirler. Bu öylesine farklı yerlere çekilebilecek elastiki bir dildir ki, eğer başarılı olursanız :

 

 Biz büyük milletiz(Takvim, 18-5-2000)

 Avrupa’nın  En Büyüğü Biziz ( Türkiye 18-5-2000)

 Naber  Dünya! İşte Türk  İşte Türkiye, Dünya Deviyiz (Gözcü 23-6-2002)

 İşte Türkün gücü, Ne Güzel Bir Şey Türk Olmak’(Posta 30-6-2002)başlıkları atılırken, başarısızlıkta atılacak manşetlerde hazırdır:

 Adım Hıdır Gücüm Budur( Fanatik 13-10-1997)

 Kültür Farkı’(Fotomaç 28-11-1997)

Futbol medyamız sık(ıştık)ça kullandığı milliyetçi dili özellikle militarist söylemler (futbol takımını orduya benzetme, nişan alma, hedefi vurma, sınır ötesi harekatta bulunma, galibiyeti şehitlerimize hediye etme, terfi etme, yüzbaşı rütbesini alma vb. gibi örneklerde olduğu gibi) ve fotoğraflarla sıkça desteklemektedir. (Yıllar önce Hakan Şükür’ün asker kıyafeti ile elinde silah nişan alma pozisyonundaki görüntüsü, geçen yıl şampiyon olan Fenerbahçe’nin antrenörü Daum’a ‘Yüzbaşı’ üniforması ve şapkası giydirilmesi örneklerinde olduğu gibi) Federasyonun aldığı her beş şampiyonluğa bir yıldız verilecek kararı sonrasında 2001-2002 sezonu sonunda üçüncü yıldızı takmaya hak kazanan Galatasaray’ın şampiyonluğu gazetelere şöyle yansımıştı:

 

Emret Yüzbaşım (Milliyet, 22-4-2002)

Yüzbaşı Galatasaray (Akşam, 29-4-2002)

2003-2004 sezonu sonunda Fenerbahçe  de üçüncü yıldızı taktığında 10-5-2004 tarihli gazetelerde; Selam Durun Yüzbaşı Geçiyor (Vatan)

Yüzbaşıya Selam Çak (Posta)

Selam Sana Yüzbaşım(Akşam) Dikkat Yüzbaşı (Fanatik)

 Türkiye’nin her daim içinde bulunduğu konjonktürel yapının milliyetçi ve militarist bir havayı bağrında taşıması futbol medyasının işini kolaylaştırırken, oynanacak olan karşılaşmalarda kullanılan milliyetçi ve militarist söylemler var olan iktidar yapısının sürdürülmesine katkıda bulunmaya devam edecektir.Türkiye’de futbolun geniş kitleler nezdinde yerine getirdiği işlevin 1980 sonrasında önem kazanmasında dönemin ekonomi politikalarının ve medyanın büyük etkisi olacaktır. Turgut Özal’ın iktidarı ile hayata geçirdiği ekonomik liberalizasyondan futbolda kendi payına düşeni almıştır. Serbest piyasa ve liberalizm tek dünya düzeni haline getirilirken, onun spordaki uygulaması futbolla yapılmaktadır. Bütün dünya ile birlikte biz de bu sürüklenmenin içinde yer almaktayız. Bu itmede tüketim mantığı ağır basmakta ve kitleler isteseler de istemeseler de oraya doğru yönlendirilmektedirler. Futbolun, ülkemiz için her dönem en popüler spor dalı olması bu gidişi hızlandırmıştır. 1980 sonrası medyadaki dönüşüm futbolun popülaritesini daha da arttırmış, uluslar arası alanda diğer takımlarla rekabet etmek isteyen Türk takımları için seyirci gelirlerinin yanı sıra taraftarlara yönelik lisanslı ürünlerin pazarlanması, sponsorluk anlaşmaları, televizyon gelirleri, elektronik ortama yönelik düzenlemeleri gibi yeni gelir kapıları açılmıştır. “Türkiye’de futbolun örgütlenmesinde yaşanan evrimle, siyasi rejimin demokratikleşmesi ve sadece IMF ya da Dünya Bankası ile değil, FİFA ve UEFA ile de somutlaşan küreselleşme ilişkileri arasında belli bir paralellik olduğu açıkça izleniyor. Ama aynı ilişkiyi Anadolu’nun ekonomik kalkınma ve gelişme, başka bir anlatımla kapitalistleşme süreci ile de kurmalıyız. Türk futbolunun yerellikten kurtulup, Birinci, İkinci ve Üçüncü ulusal liglerin faaliyete geçirilmesinin ardından, Anadolu’da kurulan yeni kulüplerin başkan ve yöneticilerinin de daha çok varlıklı yerel işadamları , mülki amirler ve belediye başkanları arasından çıkması bir rastlantı değildir. Paul Hoch’un da vurguladığı gibi; ‘Sporun iktidar yapısı ve onun ideolojisi, ülkedeki iktidar yapısını büyük ölçüde yansıtır, tekrarlar.”(Ünsal, 346-47)

 

            Türkiye’de özellikle futbol, önemli bir iktisadi yatırım ve politik güç gösterisi alanı haline gelmiştir. Futbol maçları, futbol takımları ve oyuncuları da, artık genel olarak medyanın, özel olarak da televizyonun gözdeleridir. Seyircilerin ilgisi, yüksek rating’ler, bol reklam derken, futbol maçlarının yayını, televizyon kanallarının en rağbet ettikleri yapımlar olmakta; bu konuda rekabet inanılmaz boyutlara varmaktadır. Dahası, medya mülkiyeti ile kulüp sahipliğinin kesiştiği örnekler de mevcuttur. Rumeli Holdingin ve STAR televizyonunun sahibi olan Uzan grubunun İstanbulspor kulübünü satın alması ile Türkiye’de futbol-sermaye ve yayıncılık ilişkisinde yeni bir süreç başlamıştır. İstanbulspor ile istediği başarıları yakalayamayan Uzan grubu, Adanasporu da satın almış ve kulübün birinci lige çıkartılması için İstanbulsporlu bazı futbolcuları Adanaspora kiralamıştır. Türkiye birinci futbol ligi naklen yayın ihalesinin yine Uzan grubuna ait TELEON tarafından alınmasıyla da eşine az rastlanacak olaylar yaşanmaya başlanmıştır. Uzan grubunun her iki takımının da birinci futbol liginde yer alması ve futbol federasyonunun da bu konuda gereken tedbirleri almayarak fikstür çekimlerinde yaptığı yanlışlıklar sonucu, bugün halen tartışması devam eden Altay kulübünün ligden düş(ürül)mesi süreci yaşanmıştır. Futbol kulüplerinin arkasında medya organlarının da bulunması, liglerde yer alan diğer takımların aleyhine bir takım yayınların yapılması, hakemlere ve federasyona yönelik bir takım yayınlarda bulunulmasını sağlamakta ve bu sayede bir anlamda haksız bir rekabetin yaratılmasına neden olmaktadır. Örneğin. Tıpkı Uzan grubunun sahibi olduğu takımlara ve onların karşılaşmalarına yönelik yayınlarda olduğu gibi, Bilgin grubu da Göztepe A.Ş. nin yönetilmesinde etkili olmuş ve kendi yayın organlarında diğer takımlara ve hakemlere yönelik bir ortamın yaratılmasına katkıda bulunmuştur. Bilgin grubunun yaşadığı maddi sorunlar nedeni ile Göztepe A.Ş’nin yönetiminden çekilmiş ve bugün Göztepe kulübü 18 trilyonluk bir borç batağı ile karşı karşıya kalmıştır. Uzan grubu da aynı şekilde önce Adanasporu daha sonra ise İstanbulsporu bırakmak zorunda kalmış, Adanaspor ikinci lig A kategorisinden düştü, İstanbulspor ise Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilerek devletin takımı haline getirildi, bu kulüpte süper ligde düşmeme mücadelesi veriyor.

 

Türkiye’de futbolun etkisinin artmasında ve tüm topluma yayılmasında özel televizyonların benimsedikleri yayıncılık anlayışının büyük bir etkisi bulunmaktadır. Özel televizyonlar en çok reyting getiren alanlardan birisi olan futbolu fazlasıyla sahiplenmişler ve futbolun haftanın 7 günü, her an hayatımızın içerisine yerleştirilmesine katkıda bulunmuşlardır. Futbolun  medya ile kurmuş olduğu bu birliktelikte, medyadaki bazı kanaat önderlerinin(eski hakemler, bazı gazeteciler,bazı eski futbolcular-eski yöneticiler) kullandıkları ‘başarıya tapınma ve güçlüden yana olma’ söyleminin etkisi kısa sürede futbol sahalarında kendisini göstermiştir. Takımlarının kazanması için her türlü yolun mübah olduğunu düşünen bir kitle stadyumlarda yerlerini almakla kalmamış, futbolcularına, antrenörlerine, hakeme, rakip takım futbolcularına ve seyircilerine gereken cezayı kendi bildikleri yöntemlerle vermeye kalkışmışlardır. Futbol sahalarımızda yaşanan şiddet dalgasını her defasında polisiye tedbirlerle çözülebileceğini dile getirenlerin, ortaya çıkmalarına katkıda bulundukları bu gruplardan sanki uzaydan gelmiş gibi söz etmeleri de var olan şiddetini meşrulaştırılma sürecine katkıda bulunmaktan öteye gitmemektedir. Başarının her şey olduğu anlayışı kitlelere her ortamda tekrarlana tekrarlana benimsetildiğinde; bunu elde etmek için her türlü değerden ödün verebilecek bir rol –modeli yaratılmasının önü açılmış olmaktadır. Onun içindir ki futbol sahaları artık rakip takım seyircisine kapatılır hale getirilmiş, ‘futbol üzerinden teşhir edilerek normalleştirilen şiddete’ duyarsızlaştırma yaklaşımları ile meşruiyet kazandırılmıştır.

 

Türk futbol medyası kullandığı dil ve söylem aracılığı ile Türk toplumunda futbol aracılığıyla şiddet kültürünün yeniden üretilmesine, bu dil ve söylemlerin futbolla ilgili temel ideoloji aracılarının milliyetçilik ve cinsiyetçilik çerçevesinde belirlenmesine de katkıda bulunmaktadır. Türk futbol medyasında özellikle yurt dışı karşılaşmalarının sunuluş biçiminde futbol bir oyun olmanın ötesinde her şeyle ilintilendirilen bir alan haline getirilmektedir. Elde edilen başarılı sonuçlar; milliyetçi duygularımızın okşanmasından, ulusal tarihimize yapılan göndermelere, Avrupa’ya duyulan öfke ve intikamın su üstüne çıkartılmasına, hatta Avrupa birliğine futbol aracılığı ile girdiğimize kadar pek çok alanla birleştirilmektedir. Türk futbol medyasında futbolseverlere sunulan futbol ile sahada oynanan futbol arasındaki farklılığın derecesi her geçen gün artmaktadır. Bir taraftan medyanın bazı kanaat önderleri tarafından futbol ligimiz Avrupa’nın en kaliteli ligi olarak sunulmakta ve futbolcularımızın Avrupa’nın her takımında oynayabileceği ileri sürülmekte buna karşın Türk futbolu her geçen gün kan kaybetmeye devam etmektedir.

 

Üç büyük kulübün Türk futbol medyasındaki ağırlığı son dönemde bu kulüplerimizin yönetim kurullarında büyük medya yöneticilerinin yer alması ile sonuçlanmıştır. Uğur Dündar Fenerbahçe’de, Fatih Altaylı Galatasaray’da  ve Reha Muhtar Beşiktaş’ta yönetim kurullarında yer almışlardır. “Spor kulüpleri ile medya arasındaki, bu ‘sağlıklı olmayan’ yakınlaşma, hem kamu hizmeti yapan spor gazetecilerinin hem medya kuruluşlarının, hem de toplumsal misyonları sadece kulüp yöneticilerine para ve güç kazandırmak olmayan spor kulüplerinin asli fonksiyonlarının arızaya uğramasına neden olmaktadır.”(Arık,291) Bu yakınlaşmanın neo-liberal dönemle örtüştüğünü de unutmamalıyız.  Medya mensuplarının bir takımın taraftarı olduğunu beyan etmenin ötesine geçtiği bu aşama, Türkiye’de futbolun endüstriyel aşamada ekonomi ve televizyon ile kurduğu birlikteliğin uç noktasını oluşturacaktır. Medya, futbolun sosyal yapı ile kurmuş olduğu değerler transferinde çok önemli bir yer işgal etmektedir. Bu açıdan medyanın kullanmış olduğu dil ve söylem aracılığı ile var olan güç ve iktidar ilişkileri sürdürülmektedir. Medyanın üst düzey yöneticilerinin üç büyük kulübün yönetiminde yer alması, bu kulüplerin ülke içindeki taraftar potansiyellerini harekete geçirmede kullanılabildiği gibi bu kulüplerin siyasal iktidarlarla ilişkisinin sağlanmasında da bu kişilere görevler düşmektedir. Futbolun hayatımızın her alanında etkisini hissettirdiği bir ortamda bundan kendisine pay çıkarmak isteyen Türk futbol medyası için üç büyük kulüple dirsek temasının ötesine geçerek yönetimlerde yer almanın bu kuruluşlara katkısı, bu kulüplerin haberlerinin birinci elden alınması ve kamuoyuna sunulması olacaktır.

 

1980’ler futbolun/sporun oyunsal halinin ortadan kalkmaya buna karşılık endüstriyel boyutlarının ağırlığının artmaya  başladığı dönem olacaktır. Futbolun metalaşma sürecinin hızlanması tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendisini hissettirecek ve futbola yüklenen anlam ve değerlerde değişime uğrayacaktır. Bu değişimin yaşanmasında en büyük katkıyı ise hiç kuşkusuz medya sağlayacaktır. Futbolun televizyon ile kurmuş olduğu yeni birliktelik çerçevesinde, futbol maçları adeta bir televizyon prodüksiyonuna dönüştürülmekte, yapılan canlı yayınlar ve bağlantılar ile sahada oynanan futbol, ekran başındakilere yeniden yapılandırılmak sureti ile aktarılmaktadır. Futbolun metalaşması beraberinde futbol seyircisinin bir müşteri gibi algılanmasını ve müşteriye yönelik bir takım tüketim konseptlerinin oluşturulmasına neden olacaktır. Taraftarlara yönelik markalı ürünlerin pazarlanma süreci hızlanacak, markalı ürünlerin satışından kulüpler önemli gelirler elde edeceklerdir. Ayrıca stadyumlarda yeni tüketim araçları olarak yeniden dizayn edilmişlerdir. Stadyumlar(arenalar) futbol oynanan ve izlenen yerlerin dışında restoranlardan, sinema salonlarına, kafeteryalara, toplantı salonlarına kadar uzanan bir çeşitliliği barındıran yeni yapılarıyla çok işlevli ve verimliliği yükseltilmiş mekanlar haline dönüşmüşlerdir. Stadyumlara yerleştirilen dev ekranlar televizyon futbolu anlayışının stadyumlarda da oluşmasına ve izleyicilerin önemli pozisyonları bu ekranlardan tekrar izleme tutkusuna yol açmıştır.

 

Her şeyin paraya endekslendiği kazanılan kupaların bile getirdiği paraların arkasında kaldığı bir dönemde, kulüpler tüketim toplumunun istediği gibi birer marka ve ürün haline gelmişlerdir. Önceleri boş zaman eğlencesi olan futbol artık bir endüstri koludur. Futbolun bir ‘meta’ haline gelmesi, futbolun bir marka ve ürün olarak alınıp satılmasına ve büyük paraların bu sektörde dolaşmasına yol açarken, futbolun toplumsal köklerinden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Futbolun bu yapısı; zengin ve başarılı kulüpleri daha yukarılara tırmandırırken, geri kalan kulüplerin borç batağına saplanmasına ve bu kulüplerle baş edebilme olanaklarının ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Hayatın her alanında olduğu gibi, futbolda da ‘oyunu kurallarına göre oynamayı daha iyi becerebilenler her zaman olduğu gibi bu kez de başaralı olmaktadırlar!’ Türkiye’de futbolun her alanında diğer kulüplere nazaran daha eşit! Olan büyük kulüpler, kendi farklılıklarını naklen yayın gelirleri konusunda da sürdürmekte, gelir yaratmakta ve taraftarı tribüne çekmekte zorlanan Anadolu kulüpleri için, oynanan ligdeki konumları figürandan öteye geçememektedir. “Türkiye Futbol Federasyonunun 2003-2004 yılında kulüplere naklen yayın bedeli olarak dağıttığı para 153.121.566 milyon dolardır. Bu paranın %50’si on dört kulüp arasında paylaştırılmakta, geriye kalan %50’si ise Beşiktaş-Fenerbahçe-Galatasaray ve Trabzonspor arasında paylaştırılmaktadır. Üç büyüklerin her biri %13.25’lik bir pay ve 20.288.542 milyon dolar alırken, Trabzonspor %10.25’lik bir pay ile  15.694.909 milyon dolar almaktadır. Buna karşın Gençlerbirliği %4.17’lik pay ile 6.385.645 milyon dolar alabilmektedir. Rekabet sadece 4 takım arasında geçtiği için futbol maçlarını 2.5 milyon kişi tribünde izlerken, kafa tutmaya çalıştığımız İngiltere’de bu sayı 13 milyon kişiye çıkmaktadır.”(Akşar, 55-58)Bu tablo lig şampiyonu sayısının neden 4 takımla sınırlı kaldığını ve her sezonun adeta bir ‘keçiboynuzu’ tadında birbirine benzediğini net bir biçimde ortaya koymaktadır.

 

 

3) TOPLUMSAL YAŞAMA AKTARILAN DEĞERLER AÇISINDAN FUTBOL

 

            İdeoloji; Webster sözlüğünde özellikle insan hayatı ve kültürle ilgili fikir ve kavramların sistematik bir şeması veya birbiriyle uyumlu kılınmış bütünlüğü şeklinde tanımlanmaktadır. “Böyle bir kategori rahatlıkla sporla ilgili tasarımları da içerir. Daha ileri gidilerek, ideoloji hem açık hem de üstü örtük ön kabulleri içeren bir şey olarak tanımlanabilir. İster evrenin doğası ister politik siyasa, aile yapısı ve örüntüleri ya da aile planlamasıyla ilgili olsun her sistematik tutum ve inançlar bütünü en derin ideolojik yapıyla ilişkili olabilen daha geniş ideolojik bağlama referansta bulunarak açıklanabilir.” (Hoberman, 3) Futbol, günümüzde sadece varolan statükonun korunmasına katkı sağlamamakta fakat aynı zamanda yeni dönemin ekonomik değerlerinin geniş kitlelere ulaştırılması ve benimsetilmesinde de etkili bir ajan konumunda bulunmaktadır. Günümüzde futbol bir iletişim sistemi ve dili oluşturmanın yanı sıra beraberinde futbolla birlikte hareket eden bir takım mekanizma ve kurumları da yaratmaktadır. Bu çerçevede futbol tartışılır iken neo-liberal ekonomi anlayışının ve dünya görüşünün de meşrulaştırıldığı bir zeminden söz etmemiz gerektiğini unutmamalıyız. Yeni futbol anlayışı ve düzenine getirilecek olan eleştiriler bir anlamda var olan ekonomik düzen ve politikalara getirilecek eleştiriler olarak da okunabilir, futbol üzerinden meşrulaştırılan değerlerle, sanayi-ekonomi üzerinden meşrulaştırılan değerlerin paralel olduğunu görebiliriz.

 

            Futbol artık yalnızca bizim etrafımızda dönen bir oyun olma özelliğini yitirdi. Futbol, bugün reklam, medya  ve sponsorlukların etrafında dolanıp duran, ruhunu Dr. Faust’un şeytanla olan pazarlığında olduğu gibi para için televizyona ve büyük markalara satan bir oyun oldu. Hiçbir ürünün futbol kadar satamayacağını düşünen kulüp yöneticileri ve sermayedarlar için futbol, kendi markalarının tüm dünyaya tanıtımında en etkili araç olarak metalaştırıldı. Artık futbol tüketim toplumumun en karlı alanlarından birisi. Bu sürecin en olumsuz tarafı ise futbolla hayatımız arasında kurduğumuz bağın, giderek daha fanatik ve toplumu daha çok kamplara bölen bir havaya bürünmesi. Artık tek hedefimiz mutlak surette kazanmak, başarılı olmak. Toplumsal değerlerimizi yitirdikçe futboldaki değerlerimizde bir bir ortadan kaybolmaya başladı. 1980’li yılların ne olsa gider ve kazanmanın yüceltilmesine dayanan anlayışı, futbol sahalarında karşılaşılan çirkinliklerin artmasına neden olmakla kalmadı; teşvik primi, şike, büyüklerin kollanması, tribünlerde yaşanan olayların sıradan olaylarmış gibi görülmesine ve bu şekilde kabullenilmelerine de zemin hazırladı.

 

            Futbol kulüplerinin son yirmi beş yıl içerisinde şirketleşmeyi savunan, borsaya açılan kulüp yapılarına rağmen  yönetim anlayışlarındaki tek adam yönetimine dayanan yapıları değişmemiştir. Gelir ve gider kaynaklarının net bir şekilde ortaya konmadığı, vergi oranlarının düşük gösterilmesine rağmen yine de belli aralıklarla devletten vergi aflarının talep edildiği bir yönetim anlayışından söz ediyoruz. Türkiye’de futbol alanında UEFA kriterleri doğrultusunda hazırlık yapan kulüpler bulunmakla beraber kulüplerimizin büyük bir çoğunluğu var olan düzenin değiştirilmesinin son derece zor olduğunu, bunun için de ‘gereğini kılıfına uydurma’ anlayışının sürmesinde yarar olacağı kanaatindeler. Türkiye’nin bir minyatürü olduğu söylenen Fenerbahçe kulübünde, 1980 sonrası başkanlar müteahit kökenlidir. Cömert işadamlarının başkanlığını yaptığı kulüp, her dönem en renkli ve iddialı transferlerle şampiyon olsa da olmasa da adından söz ettirmiştir. “Özellikle son başkan Aziz Yıldırım döneminde ‘tesisleşme’ ye hız verilirken, şirketleşme ve ardından holdingleşmeye yönelik çabaların hız kazanması ve gerçekleşmesi de, giderek daha da ‘kapitalistleşen’ ve ‘küreselleşen’ Türkiye ekonomisindeki genel trendle uyumludur”(Ünsal, 349-350)

 

            Futbol endüstrisi büyüdükçe, kulüplerin yönetim organizasyonları da daha fazla önem kazanıyor, bu açıdan kulüplere gelir temin edebilecek, yetenekli ve becerikli yönetimlere duyulan gereksinim de artıyor.  Mart 2004’teki Fenerbahçe kongresinde seçilen yeni yönetim kurulu üyelerinin 9’u işadamı, 3’ü turizm/tekstilci, 1’i ithalat/ihracatçı, 2’si ise işletmecidir. (Hürriyet, 8 Mart 2004) Galatasaray’ın Mart 2004’te seçilen yönetiminde 3 tekstilci/turizmci, 2 üniversite öğretim üyesi, 6 işadamı, 2 yönetici, 2 diş hekimi 1 mali müşavir ve 1 borsacı yer alıyordu. Beşiktaş yönetiminde ise 6 işadamı, 2 sanayici, 2 bürokrat, 2 gazeteci, 2 inşaat mühendisi, 1 armatör, 1 turizmci, 1 avukat, 1 danışman, 1 banka müdürü, 1 yönetici bulunuyordu.(Hürriyet, 21 Mart 2004) Her fırsatta 20-25 milyon taraftarı olduğunu ifade eden kulüplerin kongreler üye sayılarının 10 bin 500 lerde kaldığı ve bu üyelerinde ancak üçte birinin oy kullanmaya geldiği başkanlık seçimleri, tıpkı siyasal partilerimizin kısır kongrelerine ve üye sayısına benzemekte ve siyasal partilerde yaşanan tek adam yönetimi anlayışı, futbol kulüplerinde de sürmektedir. Kulübünü seven ve kulübüne üye olmak isteyen taraftarların özellikle üç büyük kulübe üye olabilmeleri son derece zordur. Giriş ücretinin yüksekliği ve aidat miktarları, bu kulüplerin sınırlı sayıda kişi tarafından yönetilmesine yol açmaktadır. “2003-2004 sezonunda Süper Ligde top koşturan 18 takımın başkanlarının meslek dağılımına göz atıldığında, işadamı, sanayici, tüccar, inşaatçı, tekstilci/ihracatçıların ezici bir üstünlük sağladıkları görülüyordu.” (Ünsal, 354)

 

            1980 sonrası Türkiye’de yaşanan en önemli gelişmelerden birisi de mafyanın toplumsal hayatın her alanına girmesi ve hukuksal sistemin işlemediği ya da ağır kaldığı noktalarda devreye girerek etkisini arttırması olmuştur. Futbol gibi büyük bir rantın döndüğü alanın mafya tarafından göz ardı edilebilmesi söz konusu değildir. Futbol, mafya liderleri için iki yönlü bir çekim alanıdır. Hem futbolda büyük paralar söz konusudur hem de futbol kulüpleri üzerinden kendi meşruiyetlerini sağlamanın yolunu bulmaktadırlar, gerçek kimlikleri ile giremeyecekleri ortamlara, kulüp kartı ile girebilmekteler. Geçen yıl Alaattin Çakıcı’nın Beşiktaş kulübü tarafından sağlanan vize ile yurt dışına kaçtığını ve ardından Çakıcı ile birtakım futbol adamları arasında yapılan telefon kayıtlarının dökümlerinde, mafyanın futbolun nerelerine kadar uzandığı ortaya konulmuştur. Mafya, federasyon seçimlerinde etkili olmakta, hakem atamalarına karışmakta, maç sonuçlarına etkide bulunabilmektedir. Kolay para kazanmanın, kısa yoldan köşe dönmenin yüceltildiği, televizyonlarda mafya dizilerinin kol gezdiği bir ortamda bir takım mafya özentilerinin, özellikle taraftarlar arasında yaygınlaşması ve kulüp yönetimlerince beslenmesi sonucunda Türkiye’de futbol sahalarında yaşanan şiddet hareketleri de yükselişe geçmiştir. Futbol sahalarında yaşanan şiddet ve kokuşmuşluk çarkı içinde kimlerin nasıl yer aldığı konusunda bilgi sahibi olan futbol medyası da bu duruma karşı yeterince sesini yükselt(e)memektedir. 

 

            Türk futbolu ve Türk futbol medyası üç büyük kulübün hegemonyası altındadır. Bu kulüplerin ulvi çıkarları doğrultusunda yapılacak yayınlarla taraftar kitlelerine ‘en doğru!-en tarafsız!’ mesajın verilmesi esastır. Üç büyük kulübün Türk futbol tarihine çok önemli katkıları olmuş, ülkemizde futbolun yaygınlaşması ve sevilmesinde doğrudan etkide bulunmuşlardır. Ancak futbolun son yirmi beş yılı içinde, medyanın da doğrudan bu alanda etkilerinin hissedilmesinden bu yana, bu kulüplerin ‘ayrıcalıklarla beslenen, diğer kulüpleri yok sayan, kendi istedikleri hakem atamalarını yaptırabilme güçleri(bu bazen hakemlerin tehdit edilmesine ya da taraftara havale edilmesine kadar gidebiliyor)’ futbolun Türkiye’deki muktedirlerin iktidarının bir parçası hatta çok önemli bir parçası olduğunu göstermektedir. Şampiyonlukların kutsandığı, yıldız savaşlarının yaşandığı  bir ortamda teşvik primleri, hakem ayarlamaları,  maç ayarlamaları son derece normal karşılanmaktadır. Bu kulüplerin bugün aralanmaya başlayan sis perdesi içerisinde tüm futbol kamuoyuna yaşattıkları ve futbol dünyasındaki çarpıklıklarla olan bağlantıları şaşırtıcıdır. Kulübünün haklarını savunduğunu söyleyen yönetici-başkan tipi daha fazla prim toplamakta, bu takımların ayrıcalıklı olduklarının altı her fırsatta tekrar çizilmektedir. Son derece modern stadyum inşa eden bir kulübün, rakiplerini taraftarlarının baskısı altına almakla yetinmeyerek çareyi stadyumlarını medyumlar aracılığı ile efsunlatmakta bulduğu bir ortamda, Türk futbolu  muska-büyü-büyü bozma-nazara karşı kurşun döktürme gibi futbolla uzaktan yakından ilgisi olmaması gereken gerici-geriletici anlayışlarla kitlelere sunulmaktadır.

 

            Futbol sahada değil masada kazanılır düşüncesi çeşitli vesileler ile gerçekleştiğinde taraftarlara güçlü olanın bunu başarabileceği mesajı verilmektedir. Artık kurallara uymak yerine kuralları kendine uydurma anlayışı geçerlidir, bunun içinde güçlü yöneticilere ihtiyaç vardır. 80 sonrasının iş bitirici memur tipinin futbol kulüplerindeki versiyonu iş bitiren yöneticilerdir. Taraftar potansiyellerinin hayli yüksek olması bu büyük kulüplerin başkanlarının simgesel güçlerinin de bir hayli etkili olmasını beraberinde getirmektedir.

 

           

SONUÇ

 

            Futbolun ülkemizdeki ağırlığı 1980 sonrasında uygulanan ekonomik ve siyasal politikaların etkisi ile artmıştır. Önceleri gençleri terörden uzaklaştırmak için kullanılan futbol, daha sonraları tüketim ideolojisinin yaygınlaştırılmasında etkili bir ajan rolünü üstlenecektir. Futbolun özel televizyonların yayın hayatına geçişi sonrasında yeni bir role büründüğünü, hayatın popülerleşmesi ve yeni dönemin yarattığı uygulamaların pekiştirilmesinde futboldan yararlanıldığı görülmektedir. Türk futbol medyasının oluşması ve etkinliğini Avrupa’da elde edilen başarılar sonrasında yapmış olduğu hamasi yayınlarla arttırdığı bir dönemdir bu. Futbol, artık sahaların dışına taşıp akla gelen her konuya el atmaya başlamıştır. Pek çok şeyin futbol üzerinden anlatıldığı bir dönemden geçiyoruz. Futbolun ekonomik gücünün ötesinde bir kamuoyu oluşturma ve bu kamuoyunu harekete geçirme gücü söz konusu. Futbol var olan güç ve iktidar ilişkilerinin sürdürülmesine katkıda bulunmakla kalmıyor aynı zamanda toplumsal kontrolü sağlamada da bir araç rolünü görüyor.

            Farklılık yerine tek tipliğin özendirildiği ve kıymet gördüğü bir toplumsal oluşumun temelleri futbol sahalarından toplumsal yaşantıya transfer edilmiştir. Türkiye’de futbola hakim olan üç büyük kulübün ve onların medyadaki etkisi, Türk futbolseverlerin farklı renklerle kuracağı birlikteliğe olumsuz yaklaşmakta ve kendi egemenliklerini ülkenin her yanında arttıracak örgütlenme modellerini hayata geçirmektedirler. Türk futbolunun istenilen düzeye çıkarılabilmesi ve daha zevkli hale getirilebilmesi için, futbolumuzda yaşanan ‘bazıları daha eşittir’ anlayışının ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bunun ilk yolu da hiç kuşkusuz naklen yayın gelirlerinin daha adil bir biçimde paylaştırılmasını sağlayacak olan bir yapılanmaya gidilmesidir. Futboldaki rekabetin arttırılması, futbol endüstrisinin daha fazla canlanmasına, tribünlerden kaçan gerçek taraftarların yeniden stadyumlara dönmesine olanak sağlayabilir. Böylesine bir gelişme ise tribünleri esir alan bir avuç kendini bilmez olarak nitelendirilen kitlenin tribünler üzerindeki etkisinin de azalmasına neden olacaktır.

            Futbolun oyun olmanın ötesine geçirilerek metalaştırıldığı bir ortamda, kazanma-mutlaka başarı elde etme düşüncesi oyunun ruhunu ve özünü yok etmek sureti ile ‘her ne olursa olsun başar-kazan’ mantığının futbol sahalarına yerleştirdi. Kardeşlik-Dostluk gibi değerlerin bu yeni dünyada işi olamaz, artık futbol bir oyun değil, onun için de taraftarların yan yana maç seyrettiğinin nostaljisinin yapıldığı günler tarihte kaldı. Fanatik taraftar için ezeli rakibi ortadan kaldırılması gereken varlığa indirgendi. Şiddetin önü futbol sahalarından ötekinin uzaklaştırılması ile her geçen gün biraz daha fazla açılır hale getirildi. Bir taraftan kurumsallaşan, stadyumlarını yenileyen, kulüplerini birer marka haline getirmeye çalışan, taraftarlarını birer müşteri gibi görmek isteyen ve bu yönde atılımlarda bulunan büyük futbol kulüpleri , öte yandan ise bir takım adamlara bilet vermek, otobüs kaldırmalarına yardımcı olmak gibi faaliyetlerde bulunan da yine aynı kulüpler. Ortada aşılması gereken bir ikilem var: Kulüpler, kendilerini her ortamda destekleyecek ateşli taraftarlardan yoksun kalmak istemiyorlar çünkü bu taraftar kitlesi gerektiğinde kulübü için ölümü dahi göze alabilmekte, her türlü eziyete rağmen kulübünü desteklemek için kilometrelerce uzağa gidebilmekte. Öte yandan ise yeni dönemde daha çok para harcayacak müşteri/taraftar kitlesine kulüplerin ihtiyacı var. Ancak bu yeni kitle kulüplerine diğerleri kadar ateşli şekilde bağlı değil. Büyük kulüplerimizin sahalarında yaşanan olumsuz tezahürat ve şiddet hareketleri de bu yeni kitlenin tribünlerden uzaklaşmasına neden olabilir. Yöneticiler nasıl bir futbol istedikleri konusunda samimi olabilir ve rakiplerine gerçekten hoşgörülü bir biçimde davranabilirlerse, Türkiye’de futbol sahalarında yaşanan şiddet dalgasının önemli bir ayağı ortadan kalkabilir.

             Türkiye’de futbol alanında son yirmi beş yıl içinde yaşanılanların toplumsal yaşantımıza himayecilik -klientelist ilişkiler-ayrımcılığı besleyen hegemonya anlayışı-ahbap /arkadaş kayırmacılığı şeklinde yansıdığını, bu değer ve uygulamaların futbol üzerinden normalleştirilerek topluma sunulduğunu görmekteyiz.

 

           

 

KAYNAKÇA

1) Akşar, Tuğrul(2005) Endüstriyel Futbol, Literatür Yay. İstanbul.

2) Arık, B.(2004) Top Ekranda, Salyangoz Yay. İstanbul.

3)Clarke,A.&Clarke,J(1985) “Ideology,Sport And The Media”Hargreaves,J(der.) Sport, Culture And     Ideology içinde, Routledge&Kegan Paul, London, 62-87.

4) Hoberman, J(1984)Sport And Political Ideology, Heinemann Educational Books Ltd. London.

5) İnal, Ayşe(1996) Haberi Okumak, Temuçin Yay. İstanbul.

6)Kozanoğlu,Can (1990) Bu Maçı Alıcaz! Kıyı Yay. İstanbul.

7) Trifonas, P.Pericles(2004) Umberto Eco ve Futbol, Çev. Derya Kömürcü, Everest yay. İstanbul.

8) Ünsal,Artun(2005) Tribün Cemaatinin Öfkesi, İletişim Yay. İstanbul.

9) Yarar, Betül(1999) Popüler Kültür ve Siyaset: 1980’lerde Yeni Sağ ve Futbol. Mürekkep Dergisi

  Sayı 13 Ankara.

                    linkedin-logo Paylaş                        Flipboard -logo Paylaş

Bu İçerik  8042  Defa Okunmuştur
Son Güncelleme: Perşembe, 25 Kasım 2010 16:18
 

Degerli yazarimiz Ahmet Talimciler Perşembe, 25 Kasım 2010.

YAZARIN DIGER YAZILARINI GORMEK ICIN TIKLAYIN

Neden Futbol Ekonomisi?

 

www. Futbolekonomi.com’un  vizyon ve misyonu temel olarak  Futbol Ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi’nin (FESAM) vizyon ve misyonuna paralel ve aynı düzlemdedir.

 

Bu bağlamda temel misyonumuz: Futbolun yerel ve küresel makro özelliklerini incelemek ve yeni yapısal modeller önermek; bu kapsamda entelektüel gelişimi hızlandırmak ve buna ilişkin referans olabilecek bir database oluşturmak ve bunu tüm futbol araştırmacılarının emrine sunmak... Bu amaçla yapılan çalışmaları yayımlamak; gerekli her türlü bilimsel futbol araştırma ve geliştirme projelerine entelektüel anlamda destek vermek.

 

Temel Vizyonumuz: Önerilen yeni modellerin gerçekleştiğini görmektir.

 devamı >>>

finansal-futbol-anim-1

tugrulaksar_ge_roportaj

Tuğrul Akşar Güngör Urasın sorularını yanıtlıyor

  Yazar Tuğrul Akşar,
Milliyet Gazetesi Yazarı Güngör Uras'ın
sorularını yanıtlıyor.
detay için tıklayınız..

 

Spor Endexi

 

16/04/2024

Kapanış Günlük
Değişim %
  BİST 100

9.707,13

-1,09

 bjk BJKAS

77,15

+3,28

 fb FENER

96,80

+5,22

 gs GSRAY

6,92

+0,44

 trabzon TSPOR

1,59

-1,85

   SPOR ENDEKSİ

4.847,33

-0,18

Videolar

Tuğrul, Tuğrul Akşar, Pusula, Ekonomi, Futbol, Futbol Ekonomi, Mali,VİDEONUN DEVAMI VE DİĞER VİDEOLAR İÇİN TIKLAYIN.

İstatistikler

İçerik Tıklama Görünümü : 39680675

TRENDYOL SÜPER LİG 2023-2024 SEZONU

  

 

 Sıra TAKIMLAR 0 G B M A Y AV
Galatasaray 32 28  3   1  73 20 53  87 
2 Fenerbahçe  32  27    4  1 85  28   57

85

3 Trabzonspor  32  16 4  12 54  42 12 52
4 Beşiktaş  32   14   6  12 42  38  4 48
5 Rizespor 32 14 6  12   43  47 -4 48
6 Başakşehir 32  13 12 42  38 

  4 

 46 
7

Kasımpaşa

32  13  7  12   55 57  -2 46
8 Sivasspor 32 11 11

10 

38  43 -5  44 
9 Antalyaspor 32 10  12  10  36  37  -1 42 
10

Alanyaspor

32 10  12 10 41  46   -5  42
11 AdanaDemir 32 9 13  10

48 

43   5  40
12 Samsunspor 32 10  14 36  42 -6  38  
13 Ankaragücü 32  8 13

11 

40  41   -1  37
14 Kayserispor 32 10  10 12  36  45  -9  37
15 Konyaspor 32  12  12 34  45  -11  36
16 Hatayspor 32

7

12  13 36  44  -8 33
17 Gaziantep 32  7 17  35  50  -15  31 
18 Karagümrük 32  9 16  35 41  -6 30

19

Pendikspor  32 7 9 16 36 64 -28   30  

20

İstanbulspor 32 4 7 21 25 59 -34 16

Okur Yazar


Futbolun ekonomisi, mali, hukuksal ve yönetsel kısmına ilişkin varsa makalelerinizi bize gönderin, sizin imzanızla yayınlayalım.

Yazılarınızı  info@futbolekonomi.com adresine gönderebilirsiniz. 

 

 

Annual Review of Football Finance 2023

Annual Review of Football Finance 2023

Deloitte Sports Grup'un Avrupa Futbol Finansmanına ilişkin 32. kez düzenlediği yıllık futbol finans raporuna göre, Avrupa futbol pazarı 2021 - 22 sezonunda bir önceki yıla göre %7 büyüyerek 29.5 Milyar Euro büyüklüğüne ulaştı. Rapora ulaşmak için tıklayınız

Deloitte Money League - 2024

Deloitte Money league 2024

Deloitte Money League Raporunu 27. kez yayınladı. Rapora göre Avrupa'nın en zengin 20 kulübünün 2022-23 sezonunda gelirleri toplam 10.5 Milyar Euro'ya ulaştı. Raporu okumak için tıklayınız.

UEFA Kulüp Finans&Yatırım Raporu 2024

 

UEFA Raporu-2023

UEFA Kulüp futbolunun finansal durumları ve yatırımlarına ilişkin yıllık görünüm ve benchmark raporunu yayınladı. Okumak için tıklayınız

 


 

2021-Money-league-Raporu

 

Yirmidördüncü Deloitte Money League raporuna göre Barcelona'nın 715.1 Milyon Euro'luk geliriyle ilk sırada yer aldığı, tamamı merkez lig kulüplerinden oluşan ve bir önceki yıla göre gelirleri %12 azalan Para Ligi raporunu okumak için tıklayınız

 


 

 

annual report 202021 photo

 

Avrupa Futbolunun patronu UEFA’nın gelirleri 5.7 Milyar Euro’ya Ulaştı. Raporu okumak için tıklayınız.

 


 

 UEFA-Kulup-Futbolu-Lisanslama-2023


UEFA’nın 2023’te yayınladığı en son  Kulüp Lisanslamaya İlişkin Karşılaştırma raporuna göre kulüpler Pandemi döneminde 7.3 Milyar Euro zarar ettiler. UEFA raporu, Avrupa kulüp futbolunun endişe verici bir resmini çiziyor. Raporu okumak için tıklayınız.

 


    

191112 Aktifbank Ekolig

 

Türk futbolunun gelirlerinin ve ekonomik görünümünün mercek altına alındığı Futbol Ekonomi Raporu – EkoLig'in dördüncü sayısı yayınlandı. Süper Lig’in 2017-2018 sezonu sonunda 3,2 milyar TL olan geliri, 2018-19 sezonunda 4,2 milyar TL’na ulaştı. Bkz.

 

 

master bm report lowres

 

The European Club Footballing Landscape 2022


UEFA'nın Avrupa Lulüp futboluna ilişkin 13, kez yayınladığı, Covid-19'un etkilerinin de analiz edildiği raporu okumak için Bkz.


 

 EkoSpor-y

“Ekospor’un aylık bültenlerinden haberdar olmak için tıklayınız”

 

Süper lig Marka değeri araştırma

''Taraftar Algısına Göre Türkiye Süper Ligi Marka Değerini Etkileyen Faktörlerin ve Marka Değeri Boyutlarının Değerlendirilmesi'' Prof. Dr. Musa PINAR öncülüğünde yapılan bu araştırmayı okumak için tıklayınız.

 

 

the-european-elite-2019

KPMG Avrupa’nın 32 Elit Kulübünün değerlemesini yaptı. Süper Lig’den Galatasaray ve Beşiktaş’ın da bulunduğu bu raporda en değerli kulüp 3.2 Milyar Euroluk değeriyle Real Madrid oldu. Raporu okumak için tıklayınız.
 

Endustriyel_futbol

 

Futbolda Endüstriyel Denge ve Başarı Üzerine

Futbolun Endüstriyel gelişimi, kulüplerin sportif ve iktisadi/mali yapılanışını derinden etkiliyor. Dorukhan Acar’ın Kurumsal Yönetim temelli yaklaşımı ile "Futbolda Endüstriyel Denge ve Başarı"yı okumak için tıklayınız

 

 

Türkiye'de Kadın Futbolunun Gelişimi ve Günümüzdeki Durumu

 

imagesCAVM4O4L

 

Dr. Lale ORTA’nın Kadın Futboluna Entelektüel Bir Yaklaşım Sergilediği makalesi için tıklayınız.” 

 

 

İngiliz Futbolunda Kurumsal Yönetişim Üzerine

 

governance_in_football

 

Tüm kulüplerimize ve Türk Futbol yapılanmasına farklı bir bakış açısı kazandırabileceğini düşündüğümüz, İngiliz Parlementosu’nun Kültür, medya ve spor Komitesi’nin hazırladığı raporu okumak için tıklayınız. 

 

money-and-soccer

“Money scorring goals”, Gerçekten de “Para Gol Kaydedebiliyor mu? “

Euro 2012’nin olası ekonomik etkilerini
okumak için tıklayınız. 



FFP

Futbolda Finansal Sürdürülebilirlik Kapsamında ''Finansal Fair Play Başa Baş Kuralı ve Beşiktaş Futbol Kulübü Üzerinde Bir Uygulama 
Hüseyin AKTAŞ/Salih MUTLU,

okumak için tıklayınız.