Yorumcu
x
Buradasınız >> Ana Sayfa HABERLER & MAKALELER Genel Ahmet TALİMCİLER Yorumcu

Yorumcu

1OURUNDUL Kitap

Prof.Dr.Ahmet Talimciler- 26 Ekim 2025 Ömer Üründül’ü 'Yorumcu Ömer Üründül' kitabı boyunca en iyi anlatan noktalardan bir tanesi hiç kuşkusuz dünyanın farklı ülkelerindeki büyük turnuvaları yerinde seyretmiş olması ve bu noktada söz konusu alanla ilgilenenler karşısında büyük bir fark yaratmayı başarmış olmasıdır. 

 

 Başlık sevgili dostum, öğrencim Fatih Vural’ın Ömer Üründül’ün hayatını anlattığı kitabından alıntıdır. Bu yazıda sizlere Üründül’ün hayat hikâyesi üzerinden Türkiye’de spor ve futbol medyası kadar hayata, dostluğa, iyiliğe dair yaşanmışlıklardan da örnekler sunmaya çalışacağım. Her şeyden önce sayın Ömer Üründül’ün yorumculuğu ve iş adamlığına ilişkin kitap içerisinde geçen hususlar kadar gerek Üründül ailesinin gerekse de onunla bağlantısı olan kişilerin ülkemizin tarihi içerisindeki önemli noktalardaki yerlerinin çok dikkat çekici olduğunu belirtmekle başlamak isterim. Yazarın önsözdeki yerinde tanımlamasıyla ‘bir yandan da hem Türk futbol dünyasının hem de iş dünyasının kısa tarihini yazıyoruz, o tarihin bizzat parçası olanlarla’ (s.8) aslında hem iş dünyası hem futbol hem de toplumsal tarihe ilişkin anekdotları birbirine bağlayan bir çalışma var karşımızda. Yazarın sosyoloji lisans ve yüksek lisansının ardından gazetecilik kimliği ile yolculuğuna devam ettikten sonra başladığı yeni hayatında eski işine yani spor gazeteciliğine ilişkin bir isimle böylesi bir çalışma gerçekleştirmiş olması son derece kıymetli. Kadirşinaslık örneği olarak önsözünün son cümlelerini de son derece önemsiyorum çünkü çalışma bir anlamda baba Sedat Üründül’e saygı duruşu ile bitirilirken kitaba konu edinilen Ömer Üründül’ün bambaşka bir kimliğe büründüğüne de göndermede bulunuyor. Şu sözlerle bu durum ifade ediliyor: ‘Hem, hayat içinde yaptığımız yolculukları en iyi anlatan, bize en iyi ayna tutan da o geri dönüşler değil midir?’ (s.11).

 

Kitabın ilk birkaç bölümünde Ömer Üründül’ün babasının ailesinin Bulgaristan’dan önce Tekirdağ ardından İstanbul’a geliş süreci ve aldığı mühendislik eğitiminin ardından ailenin tek çocuğu olan Ömer Üründül’ün dünyaya gelişi ve okul yıllarına, aile yapısına ilişkin bilgilere yer verilmekte. Burada dikkat çekici olan husus İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu olan baba Üründül’ün mühendislik kariyerinin ilerleyen aşamada ülkemizin önde gelen pek çok ses getiren proje ile büyümesi ve bu durumun yarattığı sosyal sermayenin gücünün daha en başından itibaren Ömer Üründül’ü sarıp sarmalamasıdır. Bu bölümlerde bir anlamda toplumsal tarihimize ilişkin anekdotları da bulmakta olduğumuzu ve içinden geçilen dönem ile söz konusu kişiler arasındaki bağlantılar üzerinden son derece akıcı bir anlatımla karşı karşıya bırakıldığımızı da söylemeliyim.

Ünlü Fransız sosyolog Pierre Bourdieu ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye ifadesini kullanır. Bourdieu’ya göre, sermayenin her üç formu da sınıf farklılıklarına ve sosyal avantajlara kaynaklık etmekte, aktörlerin farklı alanlardaki pozisyonlarını ve imkanlarını belirlemekte olup, kültürel ve sosyal sermaye ekonomik sermayeden bağımsız değillerdir. Bu çerçevede, geleneksel ekonomik sermaye‘‘neye sahipsin?’’ sorusunun cevabı olarak, sahip olunan gelir, taşınır ve taşınmaz maddi değerleri işaret ederken, kültürel sermaye‘‘ne biliyorsun?’’ sorusunun cevabı olarak, tecrübe, eğitim, yetenek, bilgi ve düşünceleri işaret etmektedir. Sosyal sermaye ise, ‘‘kimleri tanıyorsun?’’  Sorusunun cevabı olarak, ilişkiler, bağlantılar ve arkadaşlıkları işaret eder. Ömer Üründül, sermayenin üç formu açısından da farklı bir pozisyon içerisinde yer almış olup kitap boyunca bu farklılıkların yarattığı etkileri ve olayları okuma fırsatına da kavuşmuş oluyorsunuz. ‘1960 yılımda taşındıkları Nişantaşı’ndaki Ahenk apartmanında, genç milli takımda basketbol oynayan Mehmet Tümer’le (Şak Şak Mehmet) komşu ve dost olan Ömer, Galatasaray’da da top koşturan arkadaşları sayesinde basketbol camiasının içine girivermişti: “Mehmet sayesinde basketbolcu grubuyla kaliteli bir arkadaşlığım oldu. Bizim toplanma, sohbet yerimiz Spor Sergi Sarayı’ydı. Oraya gider, maçları seyrederdik. Hüseyin Alpler, Şengüller, Baturalpler…Önemli basketbolcular vardı. Müthiş bir hava olurdu o dönemde” (s.45-46)’.

Yıllar boyunca ülkenin en önemli yorumcusu haline dönüşen Ömer Üründül’ün bir dönem İstanbulspor kulübünde yöneticilik yaptığını ve hatta antrenörlük görevini bile üstlendiğini kitabın beşinci bölümünde öğreniyoruz. ‘Futbolu çok sevdiğim için yönetim kuruluna girdim. Genel kaptan oldum. İstanbulspor o sırada 3.ligdeydi. Sonra 2.lig’e çıktık. O sırada Eyüp Stadında idman yapıyorduk. Zaman zaman idmanlara gidiyordum hafta içinde. Maçlara da antrenörle birlikte kulübede çıkıyordum…Antrenör yokluğunda takımın başına geçtim. 1981’de Karagümrük ve Ülküspor maçlarına çıkardım takımı. Karagümrük maçı 0-0, Ülküspor maçı da 2-2 bitti’ (s.60-61). Futbol oynama tutkusunu futbolculuk aşamasına çıkartamayan Üründül, ilerleyen aşamada futbol seyretme tutkusunu yerelden uluslararası seviyeye 1982 Dünya Kupası İspanya’da izleyerek başlatır ve o günden günümüze dek bu tutkusunu her büyük turnuvada sürdürmeye devam eder. ‘Türkiye’nin en fazla canlı maç izleyen yorumcusu ya da dünyanın en fazla canlı maç izleyen yorumcularından biri haline getirecek serüven de 1982 Dünya Kupasını izlemek üzere İspanya’ya gitmesiyle başlayacaktı’ (s.67). Ünlü yönetmen Memduh Ün ile İspanya’da maç izlerken fotoğrafı da bir sonraki sayfada yer alıyor.

Kitap içerisinde asıl konu futbol olmakla birlikte Ömer Üründül’ün tam anlamıyla bir sporsever olduğunu ve bu uğurda hiçbir masraftan kaçınmadığını da öğrenmiş oluyorsunuz. Tenise devam etse iyi bir oyuncu olurdu şeklinde nitelendirilen Üründül, tenis izleme tutkusunu şu sözlerle ortaya koyuyor.: ‘Roland Garros’ta beş kişilik şahane bir aile locamız var. Eşim, oğlum, kızım, gelinim ve torunum da bize eşlik ediyor. Kızım Aslı mesela bütün maçlara geldi önceki turnuvada ve büyük keyif aldı. Ailem için o locayı kiralıyorum’ (s.81). Kitabın ilerleyen sayfalarında bu kez baba Sedat Üründül’ün at yarışlarına olan merakı ve Türkiye Jokey Kulübü üyeliğini ve sahibi olduğu Nadas isimli atın 3 kez Gazi Koşusu yarışlarınız kazandığını öğreniyoruz. ‘Baba Üründül’ün ölümünün ardından Türkiye Jokey Kulübü de her yıl ‘Sedat Üründül Koşusu’ düzenlemeye başlayacaktır. 3 yaş ve üzeri İngiliz atlarına mahsus olarak İstanbul Veliefendi Hipodromunda her yıl yapılan ‘Sedat Üründül Koşusu’ bugün de devam ediyor. Kazananlara ödüllerini ise Üründül ailesi veriyor’ (s.334).

Ömer Üründül’ü kitap boyunca anlatan en iyi noktalardan bir tanesi hiç kuşkusuz dünyanın farklı ülkelerindeki büyük turnuvaları yerinde seyretmiş olması ve bu noktada söz konusu alanla ilgilenenler karşısında büyük bir fark yaratmayı başarmış olmasıdır. Üstelik bu durum gazetelerde yorumculuk yapmadan önce başlamış olup bu noktada kendisinin kişisel tarihindeki 1986 Dünya Kupasına ayrılan yere yapmış olduğu vurgu ile net bir biçimde ortaya konulmuştur. ‘Ömer Üründül, bu unutulmaz kupayı yerinde seyretmek üzere Meksika’nın yolunu tutan ve Maradona’nın tarih yazdığı o maçları çıplak gözle izleyen çok az Türk taraftarlardan biriydi: O zaman gazeteci değildim. 1986’daki kupaya, babamın ortaklarından birinin küçük oğlu olan Turgut Bingöl’le birlikte gittim. Orada Tercüman Gazetesi Spor Müdürü Necip Kapanlı ve yardımcısı Kemal Belgin’le tanıştım. Onların kaldığı otelde Doğan Ersavaş da kalıyordu. Gündüz Tekin Onay, Can Bartu ve Fethi Demircan’la birlikte arada Acapulco’ya gidip finalden önceki dört günlük arada güzel bir tatil yaptık. Çocukluğumun, gençliğimin kahramanlarıyla bir arada olmak benim için müthiş bir deneyimdi. Can Bartu ile kaldığımız otel yakında. Konakladığı Sheraton’ın lobisinde beni görünce ‘Ömer, gel’ diye beni çağırırdı ve başlardık sohbete. Beni çok severdi…1986 Dünya Kupasının benim için özel olan bir başka yanı da beni spor yazarlığına başlatacak Necip Kapanlı ve Kemal Belgin ile olan dostluğumun başlaması ve gelişmesidir’ (s.83-84). Sosyal sermayesinin ne kadar güçlü olduğunu gösteren bu isimlerin yanı sıra bir sonraki sayfada Meksika sıcağında maç seyrederken çekilmiş bir fotoğrafa yer veriliyor ki fotoğrafta teknik direktör Metin Türel ile Fatih Terim, Ömer Üründül ile üstelik sıcağın etkisiyle Terim ve Üründül’ün üstleri çıplak poz verdiklerini görüyoruz.

2OUDL

1986 Dünya Kupası'nın oynandığı Meksika'nın sıcağında, Ömer Üründül tişörtüyle kendini koruyor. Önünde ise teknik direktör Metin Türel (gözlüklü) ve Fatih Terim oturuyor (Fotoğraf: Ömer Üründül arşivi)

Üründül, 1988-1989 sezonunun 15'inci haftasındaki birinci ligdeki (Şimdiki Süper Lig) Sakaryaspor-Sarıyer maçı ile Tercüman gazetesinde yazmaya başlar. Kitabın son derece kolay ve keyifli bir okuma formatına dönüşmesinde yazarının söz konusu kişinin kişisel tarihi kadar içinden geçilen döneme ilişkin titiz yaklaşımı ve olayların gidişatındaki kişileri konuşturmasının yanı sıra yine dönemin gazete arşivlerinden yararlanmasının büyük etkisi bulunmaktadır. Bu çalışma boyunca sadece Ömer Üründül’ün değil aynı zamanda rahmetli babası Sedat Üründül’ün ve onun yaşadıklarına ilişkin olup bitenlerin de metne aktarıldığı görülmektedir. Bu noktada baba ile oğlun birlikte gittikleri ilk şampiyona olan Euro 88 deneyimi son derece önem arz etmektedir. ‘Euro 88’le ilk şampiyona deneyimini yaşadığında 69 yaşında olan Sedat Bey2000 yılındaki Avrupa Şampiyonasına değin, 81 yaşına kadar oğluyla beraber Avrupa ve dünya şampiyonalarını, olimpiyatları takip etmekten hiç vazgeçmeyecekti. ‘Babam, onu şampiyonalara götürdüğüm senelerde bir gün bile ‘Ben bugün çok yorgunum. Maça gelmeyeyim’ demedi yahu! 81 yaşında iken 25 maça gitti. Arabayla, trenle… Hem de Belçika, Hollanda yapıyor; ülkeler değiştiriyordu…Sedat Üründül ve oğlu Ömer Üründül’ün Münih Olimpiyat Stadında izlediği 25 Haziran 1988’deki müthiş finalde Hollanda, yıldızları Gullit ve Van Basten’in attığı gollerle 2-0 galip gelerek kupayı müzesine götürecekti. 1986’da Maradona’nın İngiltere’ye attığı muhteşem golle kendisinden geçen futbolseverler, iki yıl sonra benzer bir duyguyu Van Basten’in fizik kurallarına meydan okuyan muhteşem volesi ile yaşayacaktı! Şampiyonada aynı gruba düşen Hollanda, 12 Haziran’da 1-0 yenildiği Sovyetler Birliği’nden böylece rövanşı da almış, her iki maçı da bizzat izleyen Üründüller ise turnuvadan büyük bir keyif duymuştu’ (s. 91-92). Dünya futbol tarihinin en ikonik iki golünü de yerinde izleyen az sayıda kişiden bir tanesi Ömer Üründül’dür.

Kitap boyunca Ömer Üründül’ün aile hayatı ve evlilikleri de okuyucularla buluşturuluyor. Bu noktada ikinci evliliğini yaptığı Vildan Manisalı ile balayına gittikleri Belçika’da maç seyretmeye giden Ömer Üründül’ü müstakbel eşi şöyle anlatıyor: Brüksel’e indik, otelin kapısından içer girdik. ‘Vildoş, senden bir buçuk saat istiyorum. Brugge’e maç seyretmeye gidip geleceğim’ dedi. Benim bildiğim Brugge en az iki saatlik yol. Düşünebiliyor musunuz, balayımızın ilk akşamı bir Yunan lokantasında caciki ile sarmaki yedim! O da maça gitti. Rahmetli teyzesinin bir lafı vardı: ‘Kedi köpek maç yapsa Ömer ona da gider’ diye. Kayınpederimi tanıyınca Ömer’in futbolu bir kaçış noktası olarak gördüğünü gördüm. Sanki üzerine bir kapak kapatılmış ve o, içinde bir yayla duruyordu. Bir yerden sonra o kapağı yayla fırlattı. Futbol sevgisine hiç mâni olmadım’ (s. 98).

Gazeteci kimliğiyle Ömer Üründül’ün ilk kez yer aldığı dünya kupası İtalya 1990’dır. ‘Gazetecilik hayatımdaki en önemli dönem, Tercüman dönemidir. Neden? Çünkü ilk defa böyle bir şeyin içine giriyorum. Ayrıca çok enteresan bir grup, arkadaşlık vardı orada. Necip Kapanlı, spor müdürü, yardımcıları Atila Gökçe, Kemal Belgin, Necmi Tanyolaç, içeride oturan Faik Çetiner, Hayri Hiçler ve yan yana oturan Tevfik Ünsu ve Fahri Somer. Muhteşem bir ekipti. Ben de bu ekibin parçası olarak gittim İtalya’ya, 1990’da’ (s.98). Üründül’ü kitlelere tanıtan asıl süreç ise Fenerbahçe’nin 1990-1991 sezonunda takımın başına Hollandalı Guus Hiddink’i getirmesi ve Üründül’ün de bu tercihe ilişkin yazdığı yazıların kısa bir süre sonra karşılık bulmasıydı. ‘Hiddink, sezon başlamadan, Türk futbolunun hiç de alışık olmadığı 3-5-2 sisteminin oturtmaya çalışıyordu Fenerbahçe’ye. Tercüman’ın 40 yaşındaki futbol yazarı Ömer Üründül ise bu denemenin bir felakete teşne olduğunu yazıyordu; kamuoyunu, taraftarları, Fenerbahçe camiasını karşısına alma pahasına… Hem de bir Fenerbahçeli olarak' (s.99). Fenerbahçe’nin kendi sahasındaki 6-1’lik Aydınspor mağlubiyetinin öncesinde yazılan yazılara dönük yoğun eleştiri ve sonrası şu şekilde anlatılıyor: ‘Hiddink’in sisteminin Fenerbahçe’yi felakete götüreceğini ilk yazan kişiyim. Hatta o yazımdan dolayı gazetede de bir sıkıntı çıktı. ‘Yayınlayalım mı?’ diye kendi aralarında çok tartışmışlar. Hayri Hiçler, yayınlanması için çok bastırmış. Yayınlanınca da spor servisinin faksı, aleyhime gönderilerle kilitlenmiş. Fenerbahçe’nin Aydınspor’a 1-6 yenildiği maçtan sonra ‘tanınan bir yazar’ oldum. O yazılarım çok eleştiri almıştı ama sonunda ben haklı çıktım! Fenerbahçe sadece Aydınspor hezimeti yaşamadı! O sezon en çok gol yiyen ikinci takım oldu, ligi sıfır averajla, beşinci sırada bitirdi. Hiddink de sezon bitmeden görevden alındı’ (s. 103).

Kitabın en ilgi çekici satırlarından bir tanesi Kendi Dilini Yaratan Yazar başlığını taşıyor. Buradaki ifadeler gerçekten de yıllar içerisinde pek çok maçta sesini duyduğum Ömer Üründül’ü gayet net bir biçimde ortaya koymuş. Üründül’ü maç yorumlarına ilişkin pek çok eleştiri getirebilirsiniz buna karşın kendisinin son yıllarda ülkemizde giderek artan hamaset edebiyatına hiçbir zaman başvurmadığı gerçeğini kesinlikle es geçemezsiniz. Olan biteni olduğu gibi sizin önünüze koyan bir yorumcu vardır karşınızda ve bu uzun yılların futbol izleyicisi olduğu kadar futbolu çok ama çok seven bir kişinin deneyimlerinden süzülüp gelenlerin tortularıdır.  ‘Ömer Üründül’ün yazılarını takip edenler, onun sadece öngörüleriyle değil, kendine has bir dille, alışılagelenden öte bir üslupla öne çıktığını da fark etmişti. Kemal Belgin ‘in de değindiği gibi Ömer Üründül bir ‘amigo-yazar’ olmaktan öteye geçiyor, oyunu nasıl okuduğuna dair teknik bir çerçeve çiziyor, bu çerçeve içinde neden-sonuç ilişkileri kuruyor ve böylece kendi analiz örgüsünü oluşturuyordu. Üründül’ü farklı kılan bir başka yanı da çıplak gözle, dünyanın her yerinde ve çok fazla maç izlemenin avantajını kullanmasıydı. Böylece 1980’lerin ortalarından itibaren bugün adına ‘modern futbol ’dediğimiz futboldaki yeni dünya düzenini fark etmiş, Türkiye’nin de bu çizgiye gelebileceğini birçok meslektaşından önce görebilmişti. Bu Ömer Üründül’e hem ‘içeri’yi hem de ‘dışarı’yı yani yerel olanla evrensel olanı aynı anda okuma ve kıyaslama imkânı tanıyor, ona ikili bir bakış açısı sağlıyordu’ (s.104-105).  Dar alan, çizgi defans, tandem, gömülü alan savunması, bloklar arası bağlantı, alan daraltma, kolektif yapı, kolektif futbol, olgun atak, geride genişlik kazanmak gibi daha birçok kavramı teknik analiz amaçlı olarak futbola kattığını ilerleyen satırlarda okuyorsunuz.

Kitabın en ilgi çekici yönünü sona bırakmayı tercih ettim. Ömer Üründül’ün televizyon ekranlarında yorumcu olarak yer almaya başlaması ve bu durumun zaman içerisinde futbol medyasında yaratmış olduğu büyük hoşnutsuzluk ile oluşan gerilimler. Söz konusu gerilimlerin yaratıcısının Üründül olmadığına ilişkin açıklamaları dönemin gazete arşivlerinden yapılan taramalar ve yorumlardan anlıyorsunuz. Buna karşın kendisiyle yayın yapan özellikle TRT spikerlerinin büyük bir Ömer Üründül sevgisi ile saygısının olduğunu da yine onların açıklamalarında fark ediyorsunuz. Erdoğan Arıkan şu ifadeleri kullanıyor: ‘Türk futbolunun yükseliş dönemi, Ömer Üründül’ü popüler yapmadı! Ömer abi, Türk futbolunun yükseliş dönemini en iyi anlatan yorumculardan biri olduğu için bu kadar popüler oldu. Yaptığı tanımlamalarla başarıyı o kadar iyi gerekçelendiriyordu ki ‘Bu başarı rastlantı değil’ diyorsun. O, ‘Takım oyununu iyi oynuyoruz’ derken; diğer yorumcular sadece ‘Çok iyi oynuyoruz’ diyor. Ömer abi, neden iyi oynadığımızı anlatıyor, maç sırasında. ‘Bu mevkide bu futbolcuyu oynattığı için takım iyi oynuyor’ diyor. O dönemde yorumcular, bunları yapamadılar. Ömer Üründül’ün bir de kıyaslama gücü var. Çünkü Avrupa ve dünya futbolunu çok iyi biliyor. Kıyaslamalar yapıp olanları ve olmayanları söylüyor’ (s. 108-109).

Türkiye’nin ilk kez katıldığı İngiltere’de düzenlenen Euro 1996 turnuvasında Ömer Üründül yorumcu olarak yer almış ve Türkiye’nin Hırvatistan milli takımı ile oynadığı maçı ekranlarda yorumlamıştı. Maçın ardından yaşananları Ömer Üründül şu şekilde anlatıyor: ‘Türkiye-Hırvatistan maçını yorumladıktan sonra olaylar çıkmış, ‘Ömer Üründül de kim ki bu maçı yorumluyor? Burada 80 tane gazeteci var. Türkiye ilk defa bir kupaya katılıyor, yorumlamak Ömer Üründül’e mi düşüyor’ diye. Halbuki maçı çok da iyi yorumladım. Fakat herkes ayaklanmış! Ondan sonra korktu çocuk tabii! Anlattı durumu, ‘Kusura bakma abi, devam edemeyeceğiz’ dedi…2000 yılında Galatasaray’ın kupayı kaldırdığı UEFA Kupası finaline kadar televizyonda yorum yapmadım. Zaten 17 Mayıs 2000’deki o muhteşem geceden sonra benim devrim başladı! 2000 yılında Galatasaray, UEFA Kupasını ve Süper Kupayı kazandığında, 2000 yılındaki Avrupa Şampiyonasında milli takımımız çeyrek final oynadığında, 2002 Dünya Kupasında dünya üçüncüsü olduğunda, 2008 Avrupa Şampiyonasında yarı final oynadığında ben yorumcuydum. Türkiye’nin en tarihi maçlarını, zaferlerini hep ben anlattım. Öyle olunca bir anda ‘Türkiye’nin yorumcusu’ konumuna geldim’ (s.122-123). Kitabın ilerleyen bölümlerinde rahmetli Kenan Onuk’un 90 dakika programına Ömer Üründül’ün çıkartılması sonrası Hıncal Uluç tarafından yazılan yazı ve ardından milli takımın İrlanda ile oynadığı karşılaşmada yine Uluç’un yorumculuğu sonrasında teknik direktör Mustafa Denizli’nin tarihi ‘İçimizdeki İrlandalılar’ konuşmasının nereye dayandığını da daha iyi anlamış oluyorsunuz. Hıncal Uluç’un yarattığı keskin etki sonrasında TRT yönetimi yeniden Ömer Üründül’e dönüş yapacak ancak bu durum Uluç’un Üründül’e dönük keskin yazılarının da başlamasına yol açacaktı. ‘Ömer Üründül, Euro 2000’i değerlendirdiği 4 Temmuz 2000 tarihli ‘Şampiyonanın Ardından’ adlı köşe yazısını, isim vermediği ancak adrese teslim cümlelerle sonlandıracaktı: ‘Bir de dipnotumuz var. Euro 2000’de canlı yayında yorum yapmamızı kıskanan bazı kompleksli kalemler, TRT’ye ve şahsıma yönelik meslek ahlakına yakışmayan seviyesiz yazılar yazdı. Onlarla muhatap olmaya gerek bile duymuyorum. Bu konuda en iyi değerlendirmeyi okuyucu ve izleyici yapar. Bu ülkede kimin ne olduğunun kararını da kompleksli yaşamlarının vazgeçilmez parçası yapanlar değil, milyonlarca okur ve izleyiciden oluşan büyük jüri verir’ (s. 137). Bundan sonraki bölümlerde Togay Bayatlı, Mehmet Yakup Yılmaz, Fatih Altaylı gibi isimlerle yaşananlara da yer veriliyor. 2004 yılında Şenes Erzik ve Levent Bıçakçı, TFF bünyesinde Gözlemciler ve Temsilciler Kurulu başkanlığı için Ömer Üründül’e teklif götürüyorlar ve Üründül bu görevi yerine getirmek durumunda kalıyor. Hatta kendisine ilerleyen yıllarda Merkez Hakem Kurulu başkanlığı teklif ediliyor. ‘Mehmet Büyükekşi aradı. ‘Biz göreve başlıyoruz. Bizim başımızdaki en büyük dert, hakemlerle ilgili eleştiriler. Herkes bizi buradan eleştiriyor. Sizin de bir ağırlığınız var’ dedi. Sonra da ‘Merkez Hakem Kurulunun (MHK) başına geçer misiniz? Diye sordu. Eski federasyondan bir MHK başkanlığı teklifi aldığım doğrudur. Ben de işimin rahatsızlığı ve işlerimin yoğun olduğunu söyleyip ‘bu pozisyonda oraya her şeyimi veremem’ diyerek teklifi reddettim. Mehmet Büyükekşi bir kez daha telefon açıp Fair Play Kuruluna davet edince artık onu reddedemedim’ (s. 174).

Kitabın içerisinde Bilgin Gökberk ile katıldıkları programda yaşananlar ve sonrasındaki mahkemelik olma durumuna da yer veriliyor. Hakan Şükür ile Mehmet Demirkol’un Stadyum programında yaşadıkları gerilimden de bahsediliyor. TRT bünyesinde yapılan programın dış yapıma verilmek suretiyle kurumun zarara uğratılması meselesi ise yine ülkenin 2010 yılı sonrasında içinden geçtiği siyasal ve ideolojik ayrışma süreciyle yakından bağlantılı. ‘Bütün bu yaşananları, maalesef hepimizi sonradan üzen o dönemin dinamiklerine bakmak lazım. Türkiye’yi belirli bir yöne götüren ‘yapı’, o dönemde de etkili oldu. StadyumTRT 1 yapımıydı ve bir genel müdür yardımcısına bağlıydı. O ekip istemiyordu bizi. TRT’nin en değerli, en gözde programını dış yapım olarak nakit çıkışı sağlamak istiyorlardı’ (s.182).

İlerleyen sayfalarda Türkiye’nin futbol alanında gerek milli takım gerekse de kulüp takımları düzeyinde yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelere ilişkin Ömer Üründül’ün farklı platformlardaki yorumculuğuna ilişkin tanıklıklara ve zaman zaman da yaşanan çekememezliklere ilişkin bilgilere yer veriliyor. Burada en dikkat çekici olan husus Üründül’ün küçük oğlu Emir aracılığıyla yeni jenerasyonunun diline hitap edecek cümleleri bizzat oğlunun asistanlığı aracılığıyla hayata geçirmesi ve maçlara bu şekilde hazırlanmasıdır. Kitapta beni en çok etkileyen ise yakından tanıdığım iki isme ilişkin bilgilere de yer verilmiş olmasıdır. Bu kişiler Ahmet Çakır ve Ümit AktanÜründül’ün yollarının kesiştiği bu isimlerle olan bağlantısı da yine çarpıcı bir biçimde çalışmada yer alıyor. Özellikle Ümit Aktan ile ilgili olan kısım sadece vefa duygusu ile açıklanmayacak kadar büyük bir yüce gönüllüğü de içermesi açısından çok dikkat çekici. Kitabın sonundaki Ömer Üründül markası kısmı ise tüm olup biteni anlama açısından önem arz ediyor. Ömer Üründül’ü zengin bir iş insanı olarak değil, spor yorumcusu olarak tanıyor çoğunluk. Türkiye’nin belki de en kirli dünyalarından birinde Ömer Üründül adıyla kendi markasını yarattı. Bu markayı, dünya şampiyonlarındaki, Avrupa Şampiyonalarındaki, kulüplerin Avrupa kupalarındaki o zaferlerini anlatarak yaptı. Kendi kendini yukarlara taşıdı. Bu, size onun iş insanı kimliği hakkında da bir şey söyler. Sıfırdan bir marka yaratmak zor bir iştir. Ömer Üründül, tek başına o markayı yaratmıştır. Ömer Üründül, bu yönüyle Sedat Üründül’ü de Ata İnşaatı da bütün ortaklarını da geçmiş bir adamdır’ (s. 337).

Kitabın son derece rahat okunabilir olması kadar toplumsal tarihimize ve futbol medyamıza ilişkin olan bitenlere dair de bir şeyler söylüyor olmasını oldukça önemsiyorum. Çünkü futbol dediğimiz alanın sadece futbolla bağlantılı olmadığı bir ülkede uzun yıllardır yorumculuk yapıyor olmak ve bunu milyonlarca insana ulaştırabilmek kolay bir iş değildir. Ömer Üründül’ün kendi markasını ve sözlerini yaratmış olması son derece özel bir duruma karşılık geliyor, yazarın bu durumu net ve anlaşılır olarak ortaya koyması kadar tanıklıklarla beslemesi ve arşivle zenginleştirmesi de kitabın gücünü arttırıyor. Futbol medyasının bu çalışmayı görmezden gelmesini de bir anlamda içindekileri okuyunca daha iyi anlıyorsunuz diyebilirim.

                    linkedin-logo Paylaş                        Flipboard -logo Paylaş

Bu İçerik  215  Defa Okunmuştur
 

Degerli yazarimiz Prof. Dr. Ahmet Talimciler Perşembe, 25 Kasım 2010.

YAZARIN DIGER YAZILARINI GORMEK ICIN TIKLAYIN

futbolekonomihakkimizdabanner2

esitsizliktanitim

aksartbmmraporbanner

Yazarlarımızın Son Yazıları

Doç. Dr. Kutlu Merih
Doç. Dr. Kutlu Merih
Doç. Dr. Deniz Gökçe
Doç. Dr. Deniz Gökçe
Prof. Dr. Sebahattin Devecioğlu
Prof. Dr. Sebahattin Devecioğlu
Murat  Başaran
Murat Başaran
Mete İkiz
Mete İkiz
Hüseyin Özkök
Hüseyin Özkök
Ömer Gürsoy
Ömer Gürsoy
Neville Wells
Neville Wells
Kenan Başaran
Kenan Başaran
Prof. Dr. Ahmet Talimciler
Prof. Dr. Ahmet Talimciler
Prof. Dr. Lale Orta
Prof. Dr. Lale Orta
Müslüm Gülhan
Müslüm Gülhan
Tuğrul Akşar
Tuğrul Akşar
Av. Hüseyin Alpay Köse
Av. Hüseyin Alpay Köse
Doç. Dr. Recep Cengiz
Doç. Dr. Recep Cengiz
Dr. Ahmet Güvener
Dr. Ahmet Güvener
Av. Arman Özdemir
Av. Arman Özdemir
Dr. Tolga Genç
Dr. Tolga Genç
Tayfun Öneş
Tayfun Öneş
Dr. Bora Yargıç
Dr. Bora Yargıç
Alp Ulagay
Alp Ulagay
Dr. Sema Tuğçe Dikici
Dr. Sema Tuğçe Dikici
Prof. Dr. Fuat Tanhan
Prof. Dr. Fuat Tanhan
Prof. Dr. Turgay Biçer
Prof. Dr. Turgay Biçer

Kimler Sitede

Şu anda 1453 konuk çevrimiçi

İstatistikler

İçerik Tıklama Görünümü : 54061504

raporlaranas

kitaplar aksar

1

futbol ekonomi bulten

fesamlogobanner

ekosporlogo


Futbolun ekonomisi, mali, hukuksal ve yönetsel kısmına ilişkin varsa makalelerinizi bize gönderin, sizin imzanızla yayınlayalım.

Yazılarınızı info@futbolekonomi.com adresine gönderebilirsiniz. 

 

futbolekonomisosyal2

 

sosyal1