Türk Futboluna Bir Johari Penceresi Açma Gereği!
x
Buradasınız >> Ana Sayfa HABERLER & MAKALELER Hukuk Tuğrul AKŞAR Türk Futboluna Bir Johari Penceresi Açma Gereği!

Türk Futboluna Bir Johari Penceresi Açma Gereği!

Tuğrul Akşar- 13 Mayıs 2004 Süper  Lig’de futbol kalitesinin istenilen düzeye ulaşamadığı durumlarda, ‘’kötü futbol’’ oynandığı yönünde genel bir eleştiriyle karşı karşıya kalırız çoğu zaman. Haksız rekabetin egemen olduğu, rekabetçi dengenin kulüplerimiz arasında bir türlü tesis edilemediği ligimizde futbol kalitesi de doğal olarak arzu edilen seviyeden çok uzakta. Bunun kaçınılmaz sonucu ise pratiğe,  sportif ve mali başarısızlık olarak yansıyor.

   

Liglerimizde oynanan ve tatmin düzeyi düşük futbola ilişkin Mahmut SERT’in Mayıs 2004 tarihinde Futbol Plus dergisinde ‘’Liglerimizde kötü futbol oynanıyor’’ başlıklı yazısındaki saptamaları, bu anlamda Türk Futboluna ilişkin çok temel konularda bize ip ucu veriyor.  SERT anılan yazısında öz itibariyle; ‘’Türkiye Liglerinde son derece kötü bir futbol oynandığını; düşmemek için oynayan takımlarla, şampiyonluk için oynayan takımlar arasında, oynanan futbol bakımından bir fark olmadığını; futbolumuzun bir türlü beklenen patlamayı yapamamasının, altında temel eğitim yetersizliğinin yattığını; futbolcuların bir çoğunun ne pas vermesini, ne şut atmasını, ne ver-kaç yapmasını ne de pozisyon almasını bilmediklerini; temel eğitimini iyi almayan futbolculardan güçlü bir takım oluşturulamayacağı’’ tespitlerini yaptıktan sonra, ‘’genel anlamda Türk Futbolu’nun başarıyı yakalayabilmesinde, futbolcu ve teknik adam kalitesinin olmazsa olmaz bir etken olduğunu; bunun da ancak, sağlam ve doğru bir temel eğitimle mümkün olabileceğini’’ vurguluyor.   

 

Eğitim Şart! 

 

Mahmut Sert’in yazısında ana fikir belli…Televizyonlarda her yayınlandığında aynı ilgi ve yoğunlukta izlemekten sıkılmadığımız bir cips reklamında ‘’bitirim’’ Cem Yılmaz’ın söylediği gibi: ‘’Eğitim şart.’’  

 

Gerçekten de yaşamın her alanında olduğu gibi futbolda da, hem teknik adam, hem de futbolcularımız için kesinlikle ‘’eğitim şart’’.  Eğitimde süreklilik esas olduğuna göre, bu yargıya katılmamak elde değil. Ancak, benim üzerinde durmak istediğim konu: Sn. Sert’in analizini tamamlayıcı nitelikte gördüğüm, ‘’insan ilişkileri’’ninde eğitime paralel olarak ele alınması  zorunluluğudur. İnsan ilişkilerini, futbolumuzun başarıya ulaşabilmesinde  ‘’olmazsa olmaz’’lardan birisi  olarak görmekteyim.

 

Etkin Bir Teknik Adam Futbolcularından İstediği Verimi Nasıl Alır?

Bu soru, tüm teknik adamların  en çok ilgilendiği sorundur. Aslında soru şu şekilde sorulmalıydı. Başarılı teknik adamlar, futbolcularından ve takımlarından nasıl yüksek verim alıyorlar? Çünkü futbolcularından ve takımlarından iyi bir verim alamayan teknik adam, sonuçta başarısızlığa mahkum oluyor. Bu duruma Liglerimizden çok örnek verilebilir olmasına karşın, çarpıcı olması bakımından; 2003-04 sezonunun ortasında Galatasaray’ı bırakmak durumunda kalan Fatih Terim’i ya da büyük ümitlerle 2004-05 sezonunda Beşiktaş’ın başına getirilen, Real Madrit’i kupadan kupaya koşturmuş kariyerli hoca Vicente Del Bosque’nin sezon ortasında gönderilmesini örnek gösterebiliriz.

 

Her iki teknik adam da, sezon başında yapmış oldukları plan ve organizasyon doğrultusunda takımlarından, dolayısıyla futbolcularından istedikleri verimi alamamışlar; planlanan hedeflerin çok gerisine düşen bir performansa imza atmışlardı.

 

Fatih Terim kafasındaki oyun anlayışını hayata geçirebilmek için, sonu gelmez arayışlardan istediğini bulamamış; bulduğunu düşündüğü oyuncularda ise daha sonra yanıldığını anlayarak, onları göndermişti. Kafasındaki Galatasaray’ı yaratabilmek için, düşünsel futbol anlayışının gereği olan oyuncuları çoğu zaman , çok farklı mevkilerde oynatarak, denemiş; ancak beklediği verim ve etkinliğe ulaşamamıştır. Felipe örneğinde olduğu gibi, sezon başında takıma Hagi’nin boşluğunu dolduracak bir futbolcu olarak alınan ve kendisinden çok şeyler beklenen bir oyuncunun, daha sonra ‘’koşmuyor’’ gerekçesiyle, takımdan gönderilmesi ve daha buna benzer bir çok oyuncuda da benzer hataların yapılmasının (bu durum diğer takımlarımızda da aynı şekildedir) altında yatan ortak bir nedeni görüyoruz. Tüm bu yakıcı hataların nedeni olarak karşımıza; futbolcusunu yeterince tanıyamama, teknik kapasite ve yeteneğini tam algılayamama, iletişim problemi nedeniyle oyuncuyu bir birey olarak anlayamama çıkmaktadır.

 

Oysa kişilik ve nitelik olarak Fatih Terim örneğinin tam da tersi bir başka örnek Vicente Del Bosque’ye baktığımızda da burada da bir iletişim ya da yönetişim sorunu bulunduğunu görüyoruz. Del Bosque son derece ilişkiye ve dış dünyaya açık bir hoca olmasına; mütevazı, sakin ve babacan kişiliğine rağmen futbolcularından dolayısıyla takımından istediği sonucu alamamasının yönetsel, psikolojik mutlaka çok önemli sebepleri olacaktır.

 

Anlamaya, algılamaya, kavramaya ve ilişkiye  açık olan hocaların bunca kariyerine karşın, bu tür başarısızlıklarla karşılaşması bir tesadüf olarak yorumlanabilir mi ya da? Bu soruya verilecek yanıt kesinlikle hayır olacaktır şüphesiz. Çünkü ardışık ve bir dizi oluşturan hareketler ve sonuçlar topluluğunu tesadüf olarak değerlendiremeyiz.

 

Sorunun ve yapılan hataların temelinde görünen o ki, bir iletişim problemi bulunmaktadır. Oysa, doğru iletişim bir organizasyon için hayat kaynağıdır.

 

Sağlıklı ve doğru iletişimi kuramayan bir organizasyon, ne kadar değerli ve yetenekli üyelere sahip te olsa sonuçta amacına ulaşamamaktadır...İletişimde başarılı olmayan yapılarda ‘’yönetişim’’de ciddi bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Organizasyonun sevk ve idaresi iyi ve doğru yapılamadığı için hedeflerden sapılıyor ve örgüt başarısız oluyor. 

 

Bu duruma en tipik örnek olarak sportif anlamda Real Madrit örneği verilebilir. Real Madrit kadrosunda son derece yetenekli, nitelikli ve popüler futbolcular istihdam etmesine karşın Şampiyonlar Ligi Kupasını kazandığı 2002’den bu yana içeride ve dışarıda sportif olarak hedeflerine ulaşamadı. Vicente Del Bosque’nin gönderilmesi sonrasında Real’in başına gelen hocaların beklenen başarıyı bir türlü sergileyememesine karşın kulüp başkanı Perez’in, bildik yönetim anlayış ve felsefesinden vazgeçmemesi doğru olarak yorumlanabilir mi?

 

Kulüp(örgüt) içinde yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştirilen yönetim sürecinde, organizasyonun iç dinamiklerini dikkate almadan gerçekleştirilen yönetim fonksiyonu, süreç içinde örgütün iç dengesini de bozabilmektedir. Örgütün bireylerini sadece bir çarkın dişlileri gibi gören mekanik anlayış temelinde, iletişime, algılamaya, kavramaya ve yönetişime açık olmayan yönetim kadroları, başarıya ulaşılmasında volan kayışı görevini tam yapamamaktadır.   

JOHARİ PENCERESİ 

İletişimin ne türü  olursa olsun, çağdaş davranış bilimlerinde yapılan inceleme ve araştırmalar göstermiştir ki; başarılı organizasyonlarda iletişimin başarıya etkisi %70 civarlarındadır. Başarısızlıkta ise yapılan yanlışlıkların %80’inin hatalı iletişimden kaynaklandığı, yine aynı çalışmalarla ortaya konulmuştur.  Bu anlamda teknik adamın, futbolcusuyla kurduğu iletişim, futbolcunun amaca yönlenmesi ve sezon sonunda ya da bir yarışmada şampiyonluğa ulaşması için yadsınamaz bir öneme sahiptir. Çünkü teknik adamın oyuncuya, oyuncunun da teknik adama ileteceği(anlatacağı) çok şey vardır.

 

Sonu kupayla bitecek bir yarışma organizasyonu içinde, yani hedefe ulaşmada, insanların birbirleriyle kuracakları iletişimin sağlıklı olup olmaması çok önemlidir.  

 

İşte bu anlamda, bireyin kendisi ve çevresiyle olan iletişimini baz alarak, etkileşim ve iletişim içinde bulunan kişinin, gizli, acik ve bilinmeyen yönlerinin birbirine olan etkinlik düzeylerini irdeleyen, çağdaş davranış bilimcilerden Joe Luft ve Harry Ingman’ın ortak çalışmaları sonucunda oluşturdukları ve ilk isimlerinin bileşiminden adını alan bir davranış ve iletişim modeli olarak karşımıza ‘’Johari Penceresi’’ çıkar. Bu model çağdaş yönetsel organizasyonlarda çoğu zaman iletişimin etkinliğinin ölçülmesi ve bireysel bazda, kişinin yetkinliklerinin ortaya çıkartılarak değerlendirilmesinde, analiz yapan kişiye ciddi veriler sağlar. 

 

Bu basit ama fonksiyonel davranış modeliyle kim kimi nasıl görmektedir? Bu soruya yanıt aranır. Bu anlamda basit dört eşit parçalı bir diyagram çizilir. Bu diyagramın her bir penceresi(parçası) değerlendiren ve değerlendirilen kişiye açılan bir penceredir. Buna göre birinci pencerede; siz kendinizi nasıl görüyorsunuz?  İkinci pencerede başkalarını siz nasıl görüyorsunuz? Üçüncü pencerede başkası kendisini nasıl görüyor ve son pencerede ise başkası sizi nasıl görüyor?  Kısacası, Johari Penceresi’ne göre,  herkesin  4 penceresi vardır. Esas nokta ya da modele adını veren pencere: size ve başkalarına da açılan  penceredir. Buna Johari penceresi denmektedir. 

 

Futbolcunun ve teknik adamın kendi yetkinliklerini değerlendirme ve buna göre aksiyon almada bu modeli kullanabileceklerini düşünmekteyim. Kuşkusuz ki, bir takımın oyun anlayışı, sistemi ve felsefesini belirleyen, o takımın teknik direktörüdür.  Enine üç eşit alana bölünen bir futbol alanının birinci bölümünün savunmayı, ikinci bölümü orta alanı, üçüncü bölümünün de hücum bölgesini ifade ettiğini düşünürsek, teknik adamın kafasındaki oyun anlayışı, oyunun bu alanlardan hangisinde domine edileceğini ortaya koyar.  Bu anlamda  teknik adam kafasındaki sistemin gerekleri yerine getirecek oyuncusunu nitelik, kalite ve kapasite bakımından iyi tanıması gerekir.

  

Bir teknik direktör, kafasındaki futbol felsefesinin yeşil sahada hayata geçirilmesi amacıyla, oyuncusuna ne kadar saha içi, saha dışı eğitim verirse versin, bütün sorun bu eğitimi, pratiğe geçirebilmekte yatıyor. Alınan her türlü taktik-teknik bilgi ve birikimin, rakip karşısında, etkin ve verimli bir şekilde sahaya yansıtılabilmesinde, oyuncuların teknik yetenek ve kapasitelerinin, teknik adam tarafından çok iyi biliniyor olmasının yanı sıra, kurulacak iletişimin niteliği ve sağlığı da büyük bir önem arz ediyor.

 

  Yukarıda Johari Penceresi olarak verilen diyagrama göre, teknik adam ile futbolcular arasında, teknik adam hakkında farklı boyutlara göre 4 farklı tipte yargıya varılabilir ve bu yargılar kalın çizgilerle ayrılan 4 bölgeyle ilişkilendirilir. Bu çizgilerin sağa-sola ve aşağı-yukarı hareketleriyle alanların genişlikleri değişecektir. Bu alanlardan ARENA’nın büyüklüğü teknik adam-futbolcu arasında daha sağlıklı bir iletişim kurulmasını ve üretilen stratejilerin futbolcular tarafından daha iyi algılanmasını ve uygulanmasını sağlar. Bu bölgede gerek teknik adam, gerekse futbolcu teknik-taktik anlamda her yönüyle birbirlerini iyi tanımakta-bilmektedirler. Bu durumda, bir teknik adam bu alanları son derece iyi bir şekilde yönetir ve kendi bakış açısının tüm futbolcular tarafından iyi anlaşılmasını sağlar.

 

Başarılı kulüplerde ‘’Arena’’ diğer bölgelere göre daha büyük bir alanı kapsar. Bu alanın giderek büyümesi, kulüp içinde teknik adam ve oyuncuların yeteneklerinin daha da gelişmesine ve yetkinliklerinin giderek artmasına olanak sağlar. Bu alanın büyüklüğü kulübün, örgütsel anlamda kendine olan özgüveninin de bir göstergesi olarak algılanmalıdır.

 

Kör alan olarak nitelendirilen bölge ise; futbolcunun kendi yetkinliğini bilmesine karşın, teknik adamın yetkin olmadığı yönleri görebildiği; buna karşılık teknik adamın kendi eksikliklerini göremediği kısımdır. Teknik adamın bu noktada ısrarcı olması, başarısızlığa ciddi davetiye çıkartabilir. Çoğu zaman maçın gidişatına müdahale edememesi, ya da bazı stratejik kararları alma konusunda yetkinlik yönünden eksiği bulunmasına karşın, bu zaafının farkında olamaması başarının önünde en büyük engeldir.

 

Saklı alan olarak nitelendirilen üçüncü bölge ise, teknik adamın yetenek ve nitelik olarak kendisini çok iyi bildiği, ancak futbolcularının onun bu yönünü bilmedikleri; teknik adamın özgüveninin ve karizmasının en yüksek olduğu alandır.  Bu alanda yüksek konsantrasyon, teknik adamı  megalomaniye kadar götürebilir.  Teknik adam her şeyin önünde ve üstündedir. Futbolcunun teknik adama karşı saygınlığı yüksektir.

 

Bilinmeyen alan olarak bölümlendirilmiş alan, hem teknik adamın hem de futbolcunun birbirlerini iyi tanımadıkları durumu ifade etmektedir. Bu durum aslında keşfedilecek bir potansiyelin olduğu bölüm de olabilir. Ancak, gerçek yaşamda da olduğu gibi, hiç kimse tüm özellik ve sırlarının, herkes tarafından bilinmesini istemez. Bu bölge bu anlamda, futbolcu ve teknik adam için de mutluluğun en yüksek olduğu alandır. Ancak, futbol gerçeğinde bu bölgenin maalesef pek yeri bulunmamaktadır.

 

Sonuç :

 

Bu açıklamalardan sonra,  şunu söyleyebiliriz; eğer teknik adam kendisinin futbolcular tarafından iyi anlaşılmasını sağlarsa, kendisi orada olmasa da futbolcuları  onun stratejilerini hayata geçirebilir. Bu rol teknik adama oldukça büyük bir boş zaman yaratacak ve kendisi sistemi daha iyi entegre edebilmek için ve fırsatların peşinden daha fazla koşabilmek için vakit ayırabilecektir. Bu, ayrıca futbolcunun kendini daha iyi hissetmesini de sağlayacak ve onun motivasyonunu artıracaktır.

 

Sayın Mahmut Sert’in Türk Futbolu’nun ilerlemesine yönelik temel ihtiyaç olarak gördüğü ‘’temel eğitimin’’ gerekliliğine paralel, bu eğitimin yaşama geçirilmesi ve yeşil sahalarda başarıya ulaşılabilmesi için, oyuncu ile takım arasında, oyuncu ile teknik adam arasında, takım ile teknik adam arasında iletişimin sağlıklı olması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu nedenle, sağlıklı bir iletişimin kurulabilmesi için de, teknik adamın ve futbolcunun birbirlerini ve birey olarak kendilerini iyi tanımaları gerekmektedir. Başarılı olan takımlara bakıldığında, bu takımda yer alan tüm oyuncuların birbirlerini çok yakından tanıdıklarını, kimin hangi zamanda, nerede ve nasıl pozisyon alabileceklerini bilebildikleri ve buna göre oyun içinde kademeye girip, pozisyon yarattıkları görülmektedir. Teknik adamın kafasındaki düşünceleri en iyi şekilde ortaya koyabilmenin yolu, takımın ve teknik adamın birbirlerini iyi tanımalarından geçmektedir. 

 

Türk futbolunun başarıya ulaşmasında, teknik adam ve futbolcularımızın birbirlerini tanımaya anlamaya ve algılamaya had safhada ihtiyaçları vardır. Çoğu zaman yaşadığımız trajedilerin kökenine indiğimizde, bu eksikliği bir şekilde hisseder, algılarız. O nedenle, önce teknik adam ve oyuncularımızın birbirlerini daha iyi tanıyarak, anlayarak, algılayarak iletişim kurup, bu temelde temel eğitimlerini almaları için Türk Futbolu’na bir Johari Penceresi açalım diyorum.

 

Not: Johari penceresine ilişkin diyagram ve tanımlamalar konusunda http://www.students.itu.edu.tr/%7Eergonomi/bilbank/iky1.html adresinden geniş ölçüde yararlanılmıştır.

 {jcomments on}

 

                    linkedin-logo Paylaş                        Flipboard -logo Paylaş

Bu İçerik  24077  Defa Okunmuştur
 

Degerli yazarimiz Tuğrul Akşar Cuma, 02 Nisan 2010.

YAZARIN DIGER YAZILARINI GORMEK ICIN TIKLAYIN

futbolekonomihakkimizdabanner2

esitsizliktanitim

aksartbmmraporbanner

Kimler Sitede

Şu anda 1395 konuk çevrimiçi

İstatistikler

İçerik Tıklama Görünümü : 52639578

raporlaranas

kitaplar aksar

1

futbol ekonomi bulten

fesamlogobanner

ekosporlogo


Futbolun ekonomisi, mali, hukuksal ve yönetsel kısmına ilişkin varsa makalelerinizi bize gönderin, sizin imzanızla yayınlayalım.

Yazılarınızı info@futbolekonomi.com adresine gönderebilirsiniz. 

 

futbolekonomisosyal2

 

sosyal1